MEKAN DERKEN?


 Aslında tuğla olmakmış mesele. Büyüklüğüne akıl sır ermeyen bir yapıya sadece bir tuğla olmak. Bir havalimanında uçağın kanadı, bir parkta salıncağın zinciri, bir şehirde hastane, bir köyde postane. Ama ne bir şehir ne bir köy ne havalimanı nede bir park olamayız. Yine de inkar edilemez bir gerçektir ki; bu mekanların anlamı bu maddelerin anlamı biz olabiliriz .Bu böyledir ki maddeyi madde, mekanı mekan yapan içindeki anlam’dır. 

Mesela bir atm düşünün hangi banka olduğu bir kenara, cebimize yararı olmasaydı peş peşe kuyruk olur muyduk ardında? Ya da bir hastane olmasaydı, ne olurdu bi düşünün. Peki ya hastane olup içinde doktor olmasaydı, o zaman ne anlamı olurdu hastanenin? Gezegende bir dünya olup, içinde barış olmadığı gibi. 

Geceleri ay ışığının, sokak lambalarının aydınlatmaya yetmediği yerler vardır. Nice insanın oturup kalktığı, nice maddenin, mekânın anlam bulduğu, bedende mi? ruhta mı? olduğu tartışılan o kalbimiz. İşte o kalp aydınlatmaya yetmiyorsa geceyi, sahte bir paranın değeri gibidir insanın kalbi. Eğer aydınlatıyorsa da, barajlara sığmayan bir damla su gibidir.

 Ulaşamadığımız bir sabah düşünün. Amaçladığımız bir sabah. Bazen tatlı bir rüya, bazen bir kabus olan. Deniz kenarında koşarken, bi restoranda yemek yerken, otobüste yaşlılara yer verirken, birine yön tarif ederken bile hayalini kurduğumuz bir ütopyanın ilk sabahını düşünün. Bir şehir ki insanın, insan olduğu için sevildiği, sokak lambalarının hırsızlara değil de yolunu şaşıranlara yandığı , yangınların sadece yanlışlıkla çıktığı ve dermanın doğru yerde arandığı bir şehir. Kaygısızca esen bir rüzgarın hayatımızı mahvetmediği bir şehir. “Nerede yaşıyorsun?”sorusuna “anlam verebildiğim bir yerde” diyebileceğimiz bir şehir. 

İşte aslında her sabah farketmeden bu şehrin sabahına uyanıyoruz . Bizler için anlam verebildiğimiz her madde, her mekan bu şehrin bir parçasıdır. Yani İsmet Özel’in dediği gibi “yalnızlık insanın içindedir”.Ama şu da vardır ki ;insanın kalbi de içindedir.Kalbimizle yaşantımıza anlam verebildiğimiz her gün o sabaha uyanmaya devam ederiz.Korkularımız hava kirliliğinden değil, hayal kirliliğinden meydana gelir. Uçsuz bucaksız bir yol olsa da, ulaştığı yeri bildikten sonra, sevdiklerimize kavuşacağımızı bildikten sonra, o sabaha uyanacağımızı bildikten sonra, o yolun uzunluğu da ,zorluğu da bize güzel gelir. 

Karanlık bir odada ömür geçer mi? Geçer. Hâlâ da geçmekte. Ruhu dinlendiririz. Bazen bir şarkıyla, bazen de anılarla. Ve zamanı gelince bu odadan çıkma fırsatı geçer elimize. Ne kadar karanlık olsa da anlamı var bu odanın artık . Çıkmak istemez bir diğer yanımız. Çabalar, çabalar ama özgürlük güzel şey eğer özgürlüğün ne olduğunu biliyorsak tabi.Çünkü o odada iken dışarıda olan herşeyi özgürlükten sayarız. Yani anlamı olan bir yerden kaçarız. Aslında ANLAMLI yaşamak istemeyen kişiler de olabilir. Çünkü bazıları baktığıyla yaşar, bazıları ise gördüğüyle. Bazıları ise yaşadığını zanneder sadece: ‘

‘Bedenim kıvranıyor gözlerimin önünde ama acıdan değil bu haykırışım, 

Yanlış bir saatin içinde koşuyor yelkovan arkadaşım, akrep sırdaşım’’

Film şeridi gibi geçen iki hecelik yaşamın kelimelere sığmayan bir anlamı olsun isterdim. Çünkü duygulara hakim olan madde ve mekânın anca böyle anlamı olabilir. Her insanın çabaladığı ve uğruna yaşadığı bir şey vardır.Ama değeri genellikle tartışılır şeylerdir bunlar.

Eğer yaşam gerçekten yaşadığımız kadar olsaydı ağaçlar ve topraklar demirden, merhem diye sürdüklerimiz ise benzinden olurdu. Bazen "geçmiş geçmişte kaldı"derken bile yaralarımızı kanattığımızın farkında olmayız. Çünkü bizde bıraktığı etki bir ders değilde genellikle bir kâbus niteliğindedir. Ve yıllardır alışkanlık hâline getirdiğimiz görememe hastalığımız yeniden ispatlanır sanki. Geride kalan sadece ve sadece hayal kırıklığıdır. Keza görmeyi istemediğimiz sürece ne yazık ki böyle devam edecektir . Ne zaman ruhumuzu azad ettik kölelikten, işte o zaman herşey daha güzel olacaktır. Kanatsız kuşların hakimiyeti başlayacaktır. 

Ve işte anlıyorum artık seni, beni, bizi. Çünkü ben zamanın içinden "ânı" seçebiliyorum. 

Benim de özel gücüm bu. Yaşamayı öğreniyorum ama yavaş yavaş. Bir bir anlatıyorum anladıklarımı. Ve nedense tepkin hep aynı ‘‘öğreniyorsun yavaş yavaş’’. Meğer hayatta öğrenilecek ,anlaşılacak ne çok şey varmış diyorum ben de. 

Dayanamıyorum. Çünkü ne kadar anlıyorum desem de, anlamadığımı anlamak bir tokat gibi çarpıyor yüzüme. Sandığımdan da zormuş yaşamak.Belirsizlik denizinde, hiç yorulmadan yüzmek acıtıyor insanı. Ve sayılar geliyor aklıma 5,7,1 vaktin nakit olduğunu öğrendiğimden beri, onları düşünmeye vakit bulamıyorum. Ve sonra yaşadığımız yer geliyor aklıma “dünya” savaşların ve anlaşmazlıkların mekanı. Bu böyledir diyorum, buna da kafamı yoramıyorum daha fazla. 



Ve karar veriyorum dünyada yaşayıp dünyayı yaşamayacağıma...

9 yorum:

  1. Seni okurken gem vurulmamış bir hüzün koşar içimde, belki de budur sayfa başına mıhlayan beni… Yüreğine sağlık.

    YanıtlaSil
  2. 'Bedenim kıvranıyor gözlerimin önünde ama acıdan değil bu haykırışım,

    Yanlış bir saatin içinde koşuyor yelkovan arkadaşım, akrep sırdaşım’

    Yaşadığımız anı ve ona yüklediğimiz anlamları sorgulatıyor. Kaleminize sağlık...

    YanıtlaSil
  3. Mekan derken yazınızı okumak keyif verdi. Kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil