BULUTLAR ÖZGÜR DEĞİL


     Bu fotoğrafı evimin balkonunda bulutları izlerken bir akşamüzeri çekmiştim. Parça parça o bulutların nasıl bir nizamda ve düzende olduğunu fark ettiğim an beni içine içine çekti manzarası. Güneş ve bulutlar ayrılmak istemiyordu sanki, bulutlar mı güneşi bırakmadı, güneş mi onlardan ayrılmak istemedi, ben bilmem... Uzun bir sürece bir dargın bir barışık devam ettiler ve sonunda malum son gerçekleşti tabi.
    

     Sonrası benim için ilginç, sonrası benim için klasikti işte, oturduğum salıncakta şöyle bir yaslandım ve bir türkü çığırdım henüz körpe olan geceye, onca yıldan sonra bir sigara yaktım ellerim titreye titreye, sigara dumanından buğulu gözlerimi diktim tam güneşin battığı yere... Biliyorum, şu an beni tanıyanların gözleri yaşlı. :) Tamam yahu itiraf ediyorum, sesim çok kötü, sigara da kullanmadım asla ama salıncağa yaslandığım bu fotoğraf kadar doğru, türküyü de sesi güzel birinden açtım, izledim bulutları, izledim ve izledim...

    Bulutlar özgür değil!! Tıpkı bizim gibiler. Önce parça parçalar gönül dünyamız gibi ama hepsi bir güneşe özlem duyuyor sanki, işte buna "aşk" diyoruz. Onları savuran rüzgar işte kader çizgimiz, yağmur bulut sulbünden ve açan çiçekler dahi hep bizlere benziyor. İki bulut arasında kavga var biz ona şimşek diyoruz, acaba onlar da bizim kavgalarımıza bakıp hayret ediyorlar mı? Bizim kavgamız sessiz sedasız en çok da ekmek içindir. Gökyüzü bir kafes, onlara bile, yine rüzgar savuruyor gülüyorlar bile bile...

ALLAH BİR(mi)DİR?

        İnsan, yeryüzünde eşi benzeri bulunmayacak derecede duygu değişimlerini çok hızlı yaşayan bir varlıktır, başımıza bir musibet geldiği vakit ''Allah var gam yok'' diye fiyaka satarız fakat bir süre sonra depresyondayım unutuldum... şarkısını dinlerken buluruz kendimizi. Ne değişir halbuki geçen zamanda.

  Allah? Var ve var olacaktır.
  Gam?  Değişti
  Biz? ...
   
        Sahi biz ne çabuk değiştik sevgili dostlar? Kedi,köpek bile yeni bir ortama girdiğinde etrafı tanımaya çalışır gezer,koklar,bölgesini işaretler ve sahiplenir. Peki biz İslam'ı anlama, Allah'ı tanıma noktasında hangi kırmızı çizgilerimizin bölgesini işaretliyoruz? Tabiri caizse gün içerisinde farkında olmadan neleri kendimize ilah ediniyoruz.

        Güç,para,iş,kadın,erkek,çocuk,ev,araba işte bu gibi şeyler gönlümüzde yer ettikçe, yâr oldukça, sabah namazına kalkamadığımız vakit ''Uyan ey gözlerim gafletten uyan'' sözlerini biz yazarmışcasına ağır bir pişmanlık duymak yerine "kazasını kılarız ya" demekten ileri gidemiyoruz.

       Ömürlerinin her deminde Allah'ı kalbinden,dilinden ve tüm yaşamından çıkartmamış ecdadın, güç,para,mal ve mülk içerisinde Allah'ı bulmaya çalışan torunları olarak acaba bu kadar dünyalık içerisinde arayı arayı nasıl bulacağız?.. Şöyle bir derviş edasıyla tüm dünyayı elimizin tersiye itip hiç çalışmayacak mıyız yoksa bir lokma bir hırka mı yaşayacağız? Durun durun ''Evlat ticaret yap,çok para kazan fakat parayı kalbine değil cebine koy'' diyen bir baba sözüyle müdahale etmek istiyorum hayata ve hayatın bir özü de budur aslında.

       Şunu bilmeliyiz ki dostlar, gönüllere girmedikçe büyük günahları engelleyemeyiz. İnanana da inanmayana da tenkit ile değil merhamet nazarıyla bakmak zorundayız, kibir ile değil tevazu elbisesi ile karşılamalıyız çünkü biz günahkara değil günaha düşmanız. Allah birdir bazılarımız şaşı ve hasta da biziz doktorda.

FARKINDA MIYIZ?

     Hayat denen maratonda bir koşucudur insan, hep hızlı,en hızlı ve en en en hızlısı olmak ister fakat bu yarışın sonunda kazananın ilk gelen değil de yolda bir çok şey biriktiren olduğunun farkına varmaz.
   
     Kimimiz yarışın ortasında ''Yaş otuzbeş yolun yarısı eder'' diyen bir şairin şiiriyle farkına varırız yaşamanın, kimimiz farkında olduğunda çok geç kalmışızdır, kimimiz de henüz yarış başlamadan farkındadır her şeyin ''Ölen hayvan imiş aşıklar ölmez'' diye diye ağır adımlarda biriktirirler dostlukları,aşkları ve hayatı. Sonra bizler onlar için deriz ki ''İyi adamlar iyi atlara bindiler ve gittiler''...
 
     Biriktirmek güzeldir dostları kalbimizde,birikmekte güzeldir bir dostunun kalbinde,mesele mühim,meselemiz çok mühimdir dostlar. Yola çıktık hepimiz,gidiyoruz sona doğru, beden yaşına göre kimimiz ortasında hayatın,kimimiz başında,kimimiz de sona yaklaştığını düşünüyorsa,yalnız beden yaşına göre bunu düşünüyorsa yanılıyor derim ben çünkü farkına vardığımız an, işte o an başlıyor hayat bizim için.

Peki biz neyin ne kadar farkındayız? Hepimiz (en başta da ben) gönül terazisinde bir tartalım kendimizi,bakalım farkında olduğumuzun farkında mıyız?...  Uçan kuşu,gün batımını,mutlu bir insanı,masmavi gökyüzünü herkes fark eder, peki farkında mıyız? Kanadı kırık kuşların,yetim kalmış çocukların,boynu bükük babaların?
 
     Hayat kısa ve kuşlar uçuyor. İşte bak cılız bir kuş sesi bile kulaklarımıza ulaşmak için delmeye yetiyor kapalı kapıları. Bir şeyler anlatıyor biz iri cüsseli insanlara,farkında mıyız?
   
     İşte bak elimizle durdurmaya güç yetirdiğimiz saat, tik tak tik tak nakış gibi işliyor zamanı,bize verilen şu elbise kırışıyor geçtikçe zaman, farkında mıyız?

   Oysa insan, her zaman geç kalır her şeye. Hep daha iyisini istediği içindir tüm iyileri kaybettiği. Yaşamanın kıymetini dahi orta yaşlarda fark ederiz. Halbuki yakalayabilseydik zamanı en başında, çocukluğumuzdan bahsettiğimiz an olgunlaştığımızı ve gençliğimizden bahsettiğimiz an yaşlandığımızı anlardık...
  Hey gidi geçmiş!!!... Sen ne güzel şeydin ama.



BİR ŞİİR


Titriyor dudaklarım,ellerim ve ayaklarım
Sana olan özlemimden süregelir, Hasreta
Kulağımda Kur'an sesi,ayetler ve hadisler
Ruhumu çeker durur sana doğru Hasreta

Zaman hasret düşmanı, heybemde hibelerim
Kal'u bela'dan beri yanıyorum Hasreta
Kafam baş aşağı yaralı sinelerim
Bilmem sana layık, olur muyum Hasreta?

Celladına aşıklar gibi ölüme giderken bile
Ben sana kavuşmayı düşünürüm Hasreta
Günahın kucağında oynarken bile bile
Bir tövbeye umudumu bağlıyorum Hasreta

Gökyüzünü izliyorum bir ufkun şafağında
Bulutları sürüyor rüzgar denen şu çoban
Bekareti bozulmayan körpe gece ardında
Sana kavuşamamak var yine senin korkundan

Karanlıklar durun! Gelmeyin üzerime
En şiddetli darbe ile parçalanır ruhum
Binmeyin ölüm denen şu atın terkisine
Seni tanıyamadan Sana varmasın ruhum

Yaşamak yüzümde acı bir gülümseme
Ölmek, ölümden önce ölmek için
Can benimmiş gibi aciz bir benimseme
Ah Hasreta, şu son nefes senin için...

SARS,MERS,COVİD19= CORONA

    Tarihe ve tarih öncesi kronolojilere şöyle bir bakarsak taa Baba Adem(a.s.)'dan bu yana insanlık bireysel ve toplumsal olarak türlü türlü imtihanlarla sınanmıştır ve sınanmaya devam edecektir.Bu imtihanlar, yeri gelmiş yüzler,binler hatta milyonlara varan ölüm oranlarıyla karşılamış insanları fakat şöyle geniş bir perspektiften bakacak olursak imtihanları kazananlar hep sabredenler ve tevekkül edenler olmuştur.
   


   Zaten internet ortamında yüzlerce teknik bilgi bulunan bu virüsler hakkında biraz daha detaya girmeden yüzeysel bir şekilde Corona ailesi ile ilgili bildiklerimi anlatmaya çalışacağım.
Covid-19 mikroskobik görüntüsü

    İlk Coronavirüs salgını 1961 yılında baş göstermiş fakat tam olarak teşhisi konulamamışken tekrardan insanlığa merhaba! diyen bu virüsün tanısı 1996 yılında konulabilmiştir ancak.

   Sars(Şiddetli Üst Solunum Sendromu) ilk olarak bu salgın 2003 yılında Çin'de ortaya çıkmış ve bu kez gerçekten yarasadan bulaşmıştır. Ölüm oranı %9,3 ile %11 arasında olan sars virüsü Şubat ve Haziran ayları arasında (Ülkemiz hariç) 8 ülkede görülmüş ve bulaştığı 8455 kişinin 790'ını öldürmüştür.

    Mers(Orta Doğu Solunum Sendromu) bu aileye ait teşhis edilebilen ilk salgından dokuz yıl sonra ortaya çıkan bu virüs adından da anlayacağımız üzere orta doğuda meydana çıkıyor ve bir deveden bulaşıyor insanlara. Bu iki virüsün aşısı henüz günümüzde dahi bulunamamış olup destekleyici tedavi yöntemleri ile atlatılmaya çalışılmaktadır.

    Covid-19(Korona Virüs Salgını-2019) İlk teşhisi 2019 Aralık ayında konulduğu için adının sonuna 19 rakamı gelmektedir. Son zamanarda her yerde adını sıkça duyduğumuz bu virüs Corona ailesinin hayvandan insana geçip insan üzerinde yaşamayı başaran virüslerinden birisi olup günümüzde halen bizlerin üzerinde korku imparatorluğu sürdürmektedir. Ölüm oranı yaş yükseldikçe %10'lara kadar çıkmaktadır ve evrenseldir.

   
        Hayvanların yaklaşık %90'ında zaten bulunan bu 500 kişilik Corona ailesinden 6 üye bizlerde tutunmayı başarmış ve birçoğumuzun bedenini de yılda en az iki kez ziyaret etmiştir. Yani en az yılda 2 kez corona virüsüne yakalanıyoruz da biz adına nezle veya şifayı kaptık diyoruz :) Nasıl yani ? Şöyle ki bizleri nezle eden yine Corona ailesine mensup virüslerden biri insanlara geçtiği vakit boğazdan aşağı inecek kadar fonksiyonel olamadığından dolayı orada kalır ateş,ağrı,akıntı gibi belirtilerle bizleri hasta ederdi ve küçük bi tedavi ile bunların üstesinden gelirdik. Ancak Sars,Mers ve Covid-19 dediğimiz corona ailesinin üç ferdi bunu başardı ve boğazdan ciğerlere inip ölüm riskimizi arttırdı.

  UYARI/YORUM

      Ben Çin bağlantıları olan bir firmada çalışıyorum, henüz Ülkemizde bu virüs haberlerin manşetlerine konu olmadan bizlere böyle bir salgının başladığı haberi geldi. Doğruyu söylemek gerekirse kişisel araştırmalarım neticesinde bu virüsün Çin devletinde kalacağını yada birkaç komşu devlete sıçrayacağını tahmin etmiştim fakat ülkemize gelme ihtimaline karşı ''bu virüs yayılsa yayılsa bana bir şey olmaz diyen gerizekalılar yüzünden yayılır'' demiştim ve sanırım maalesef ki haklı da çıkıyorum. Ne yapacağız ? Her şeyden önce Devletimize güveneceğiz,tedbiri elden bırakmayacağız,bana bir şey olmaz asla demeyeceğiz. Hepimiz eminim ki yaşamayı ve yaşatmayı seviyoruz.Gün içerisinde önem vermediğimiz tokalaşmak gibi bir çok şeye hasret kalacağız, bir çok şeyin değerini anlayacağız belki fakat en sonunda ayrı bir özlemle kavuşacağız az sabır dostlar az sabır... Sizler için Sağlık bakanlığının 14 gün kuralını sayfa sonuna bırakıyorum,tedbiri elden bırakmayın,sağlıcakla kalın...























BİSMİLLAH

     

 Bismillahirrahmanirrahim, sözlerin en doğrusuyla cümlelerime başlamak isterim ki eğri konuşmaya cüret etmeyeyim diye çoğu zaman böyle yapmaya gayret ederim açıkçası.

     Şu blog işine uzun zamandır uzaktanda olsa meraklıydım fakat bu tip ortamlar bana biraz karışık geliyordu. Benim tarzım kurşun kalem,silgi,kağıt üçgeninden başlayarak kendi halimde takılmaktı ancak biraz göz ucuyla biraz kulak kabartarak e biraz da canım isteyerek bulunmak istemişliğim vardır bu mahallede ki akşamına karar verip sabaha caydığım çok olmuştur.

     Geçenlerde laf arasında bir ağabeyim Allah-u Teala elest bezminde ''Elestü bi Rabbiküm" hitabını yapmak üzere ruhlarımızı kâlu belâ'da topladığı vakit yüzleri birbirine dönük ruhlar dünyada ünsiyet kurarlar ve anlaşırlar, sırtları birbirine dönük olanlar ise dünyada anlaşamazlar" demişti de çok ilgincime gitmişti. İşte tee oralardan yüzü yüzüme dönük bir dostum geçen gece otururken içimdeki ''şu mahalleye bir göz atayım'' hissini uyandırdı da o geceden beridir uyutamıyorum :) Öyle mi böyle mi derken bir blogspot hesabı açmıştık bile çoktan fakat o günden bu yana cesaret edememiştim yazmaya ki kısmet bugüneymiş.

    Bu blogta neler olacak diye sorarsanız, size sadece ''içimden gelenler'' desem bu kısa açıklama ile bencillik etmiş olmam sanırım. İnsan kainattan bir cüzdür elbette o yüzden her şeyden bahsetmek istercesine şu ön tanışma yazımı şöyle başa koyalım.

     Adım Mehmet mahlasım Muharrir, ben de insan olmaya çalışanlardanım. Yaşamanın başka şey hayatta olmanın başka şey olduğunu bilenlerden hani, artık ben de inşaallah buralardayım,bizim mahallede...