NE KALDI

 




Ne hatırası kaldı gidenlerin, ne adı
Uyku düşün, sabahı ölümlere uyanan
Bana biçilmiş azap üzere hınçla yanan
Bir an bakışlarınla, yalnızca veda kaldı

 

Çıkaramazlar artık beni de enkazından

Ne varsa aldın, beni unutma en azından

Bunca çektirdiklerin sanıyordum nazından

Ve edilebilecek başka ne feda kaldı

 

Bekliyorken vaktini şimdi ruhum mutlakta

Zaman, cesetle dolu bir vadide akmakta

Mahlûklar suratıma en dehşetle bakmakta

Sen gittin, ürpertici korkunç bir seda kaldı

 

Bursa'da bir mahalle yokuşunda vebalim

Katlanarak artıyor, eriyor istikbalim

Gününü gün ederken, hoşça yaşıyor zalim

Bende ruh gibi, susmuş, yorgun bir eda kaldı

 

Ben hiç bilmem, gecede yıldızlar nasıl parlar

Daha saçlarındayken, gün kendini toparlar

Sonsuzluk ağacının yaprakları koparlar

O ağacın altında acı bir nida kaldı

 

Şiirlerimde sana bir iki mısram olur

Kızma! Senin ismini zikretsem haram olur

Devrilir bir gün dünya, hakikate ram olur

İsyanından Vahşiye ancak ihtida kaldı

 

Simsiyah kelebekler gelip yurdumu sallar

Dimağımı kurutur palavradan masallar

İşgalci korsanları karşıladı kumsallar

Herkes bırakıp gitti, benimle Hüda kaldı


ADSIZ

BİZ DÜNYAYI ÇOK SEVDİK



     Dünyayı sevmeye başlamak ile başlar sancılar, sonrası doğum, yeni ve sonsuz bir hayata açılır kapılar…“Külli nefsin zâikatül mevt” her nefis ölümü tadacaktır, demek ki ölümün bir tadı vardır. Dilimizi damağa yapıştırıp kalbimizin ritmine ayak uydurmadıkça nafile bir ömür süreceğiz hepimiz. Ne desek boş; elmas olsak bir ustaya muhtacız, kalas olsak yine bir zanaatkâra... İnsan olsak, insan kalmaya ihtiyacımız var en çok, insan kalmayı ise insan kalanlardan öğrenmek gerek. İlla söyleteceksin be adam; nasıl ki bir mücevherin ustaya, bir kalasın marangoza ihtiyacı varsa, bir insanında mürşid-i kamile ihtiyacı vardır...

     Katledilen ilk masumu, katleden ilk zalimden bu yana kim seviyor dünyayı? ''Biz dünyayı çok sevdik, ölüm bizden uzak olsun'' diye başlar söze söz bilmezler çünkü insan ölmek üzere doğar. Hepimiz bir dost sohbetinde, en az bir kez yakınıyoruz dünya ve içindekilerden fakat bir üst model arabaya gönlümüz takılırken, daha büyük bir ev alma hayaliyle tutuşurken müstesna. Her zaman ve her yerde biz dünyayı sevmiyoruz, elimizin tersiyle itiyoruz derken bir derviş edasıyla süzülüyoruz gözlerde, tevazuumuz arşın gölgesinde oturup iniyor aşağı her seferinde ve biz olması gereken şeyleri nasıl olmaması gerekiyorsa, onun kılıfına uydurarak atıyoruz heybemize.

     Kursağımıza takılacak haramları hep ama hep övgülerle öğütüp geçiriyoruz boğazımızdan. İsyanımız bir sükut ile başlayıp öylece kalıyor bu kirli düzene karşı. O'ndan başkasını almak zûl gelecekken bizlere, O'ndan başka her şeyi tıka basa sığdırmaya çalışıyoruz kalplerimize. Bak her günahın peşine zafer naraları atıyor melun şeytan. Bir bismillah ile aydınlanmıyor sabahlarımız, bir selam ile göz göze gelmiyor yüzlerimiz ve bir dua ile adım atamıyoruz dışarıya, ruh tövbe diye kıvranıyor, nefs verdiği sözden habersiz, işte dünyaya bulaşmak bu olsa gerek…

     Muhtarım, başkanım, profesör doktor bilmem ne, savcım, efendim… Ünvanlarımızın ağırlığında eziliyor adımız. Kaç kez yetimin gözünden yaşı sildi kavgamız, kaç kez gece uykularımızı kaçıran dertlerimizden en az bir tanesini çözdü davamız? “Malâyanînin her türlüsünü tattık Ya Rabbi, mecazi aşkın her türlüsüne vardık, bana Seni gerek seni” diye kaç gece yakardık Allah’a? Aaaaah benlik sevdası, aff Ya Rabbi, Senin sivrisineğin kanadı kadar değer vermediğin şu Dünya’yı taparcasına sevdiğimiz için af… Söz uzar, kelimeler sıkılır, insan bunalır, nefs ahmaktır, biz dünyayı çok sevdik, biz dünyalığı çok sevdik vesselam...


ANLADIM



Fayda vermez ne söylesen

Sözde anlam hep kısırdır

Her ne olsa hayra yor sen

Gördüğümüz rüya sırdır

 

Yüreğini dağlar anam

Dilini de bağlar anam

Şu halime ağlar anam

Yüzü gülmez kaç asırdır

 

Gönül kaygan yerde yürür 

İnsan gurbet elde büyür

Zaman koşar mahlûk uyur

Çektiğimiz dert asıldır

 

Ölüp giden bir insan ki

Yıkılmıştır âlem sanki

Perde kalksın gör, bir an ki

Anlamazsın bu nasıldır

 

Bir evdeyim ki çilekeş

Üzerine doğmaz güneş

Yanımda ne dost, ne eş

Anladım bu son fasıldır


ADSIZ 

SANA BÖYLE GELDİM




Aramı bozdum bütün dostlarımla

Ailemden, memleketimden kaçtım

Yeryüzünün sır tutan dağlarına

Adını haykırdım, ismini açtım

Ufukta görünen bir şey yok henüz

Sorarlarsa uzağa gidiyorum

Cellatların korktuğu vadilerden geçerek,

Sonsuzluğa gidiyorum

 

Sitem eder sana, halimi gören

Pervane, ateşlerde yansa çok mu?

Kadehi bitmiş sekerat halinde Mecnun,

Leyla’yı buldum sansa çok mu?

Sabredip gönlüm hicrana dayansa

Seni özleyen sabahlara uyansa

Hep sen çıkan fallara kansa çok mu?

 

Deli, divane, düşkün, aşık deyip

Kimileri konuşurmuş arkamdan

Böyle iltifatlar duymakta varmış

İnanır mısın şair diyorlarmış

Seni öyle alelade sevmedim

Katiller hücum ederken üstüme

O müstesna adında nöbet durdum

Zincire vuruldum, müebbet durdum

 

Savruluyorum gamzende su gibi

Sen yaylalarda rüzgâra nazende

Yaşadığım mahşer kâbusu gibi

Serin yeşilliklerdeyim bazen de

Biliyorum, halen sana aldığım

Günbatımı kolyeyi saklıyorsun

Bülbüllerin özgürce dolaştığı

Namelerin konuştuğu mehtaplı geceleri,

Bana yasaklıyorsun

 

Onlar neden sevdiğini anlattı

Senin için neleri sevdiğimi anlattım,

Korkma, ismini anmadım

Ve sensizliğe asla inanmadım

Zamansız, mekânsız, sebepsiz sana

Kördüğümden yemin tutarak geldim

İşte ben, beni unutarak geldim

Seni öyle alelade sevmedim 


Adsız
Bursa-Gümüşhane

İSYAN

 




Serbeser cihanı zapt eden nerde kalmadı
Yeryüzünde yiğitçe gezenler de kalmadı
 
Yedi başlı ejderha basmış yurdumu, uyan!
Düşman içimizdedir, boğan er de kalmadı
 
Artık meserretin tek anısı kaldı bizde
Afitap söndü, söndü mehtap fer de kalmadı
 
Zaferlerini garbın kutladık alkış tuttuk 
Mazide kaldı olan, muzaffer de kalmadı
 
Senden gibi durdular, Ecdadına sövdüler
Gece vakti vurdular, kan seher de kalmadı
 
Semerkant mahzun bakar, Buhara ağıt yakar
Eyvah! ilim yolunda mücevher de kalmadı
 
Ey Şah-ı Nakşibendî! üçler, yediler, kırklar
En zor çağım karardı, münevver de kalmadı
 
Kesin buyruğu Hakkın, ayrılık şerdir, sakın !!
Ayrıldı milletim ve beraber de kalmadı
 
Dostum dedin övdüler, hak istedin dövdüler
Heybetli adın vardı, muteber de kalmadı
 
Kâfirler serhaddini, küfür haddini aşmış
Allah adı anmaya cem, çember de kalmadı
 
Hakikatten kaçılmış, edep yere saçılmış
Hakikati haykıran bir minber de kalmadı
 
Camiim, medresem, türbem, tarihimi yıktılar
İnşa edecek mimar kim, hüner de kalmadı
 
Gâvur medeni oldu, olan aleni oldu
Ana, baba, ataya hiç değer de kalmadı
 
Bilmem hangi kuşağı, Avrupa’nın uşağı
Çok methettik o çağı, al eser de kalmadı
 
Turkuazın rengini soldurdular, saçları..
Başları yoldurdular, koysak ser de kalmadı
 
Görmeyen görür oldu, görmez oldu görenler
Takvim durdu, arada artık perde kalmadı


Adsız
Bursa-Gümüşhane

ZOR GÜNLER

 


       (Oysa onların tek gerçek kabul ettikleri) bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir; âhiret yurduna gelince işte asıl hayat odur; keşke bunu bilselerdi!

Ankebût Suresi – (64)                                 

     Yaşadığımız şu günleri “ zor ” diyerek tarif ediyoruz. Su, elektrik, doğalgaz faturaları, kiralar, geçim sıkıntısı derken asıl derdimizi unuttuk. Zor olan, bu derdi hatırlamak zevk ve eğlence dolu hayallerle uyuyan, uykusunda kâbus gören bir milleti uyandırmaktır.

     Dijital çağ,  popülizm, Z kuşağı gibi çetrefilli kavramlar, politikacıların entrikaları, sanatçılarının kraldan çok kralcı oluşu, doymayan zengin, şükretmeyen fakir, şah damarımızı kesmek için pusuda bekleyen birleşik kafirler, sosyal medya algısı ve uyuyan bir millet, evet “ zor günlerden ” geçiyoruz. Öyle bir hale gelmişiz ki, ülkesine hizmet yolunda yetişen şuurlu kardeşlerimizin seslerini duyamıyor, fikirlerini anlayamıyoruz. Sosyal medya iyi bir silah, kullanmayı bilen çok yol kat eder. Daha ziyade sosyal medyada hakikatten yoksun,  bilenin-bilmeyenin konuştuğu cehalet ve kir akan yazıları görüyor, sesleri duyuyoruz. Sosyal medya büyük bir cenk meydanı haline gelmiş durumda. O meydanda komşu komşusuyla savaşıyor, çocuk babasıyla çarpışıyor, kardeş kardeşi vuruyor ancak bu savaş bir neticeye ulaşmıyor. Yalnızca şikayet, hakaret ve cehalet dolu yazılar, röportajlar, tartışmalar mütemadiyen devam ederken muhabbeti yitmiş, aslı unutturulmaya çalışılan, nesli batının karanlık “ izm “ lerine terk edilmiş bir millet uyutuluyor. Eski yıllarda ideolojik çatışma ile yapılan bu uyutma günümüzde daha çok, bize enjekte edilen ekonomi zehri ile yapılıyor. Batının algısı karşısında dik duramayan insanlarımız konuşmaya başlayınca şikâyet ediyor hakaret ediyor fakat bir fikir beyan etmiyor çözüm yolu aramıyor. Kimimizin nazarında tek çözüm ülke yönetiminin değişmesi. Çünkü sürekli değiştirmeye odaklandık. Yıllar önce alfabemizi değiştirdik cahil kaldık, kıyafetimiz değiştirdik çıplak kaldık öyle ki günümüzde bu alışkanlık devam etti. Telefon aldık bir üst modeli çıkıca değiştirdik, daha eskimeden ev eşyalarımızı değiştirdik vs. ancak kötü huylarımızı değiştirmeye yeltenmedik bile. Kendini doğru yolda istikamet üzere değiştiremeyen bir millet nasıl olurda ülkesini değiştirebilir.

    Geçenlerde bir youtube kanalının yaptığı sokak röportajını izledim, durum içler acısı. Genç kardeşlerimize Türkiye’de mi kalmak istersin yoksa Amerika’ya mı gitmek istersin diye bir soru soruluyor. Bir kardeşimiz Amerika’da çöpçülük bile yaparım diyor, bir kardeşimiz Amerika’ya giderse tuvalet temizleyebileceğini söylüyor. Burada meslekleri kıyaslayıp kötülemiyoruz her meslek gerekli tabi. Ancak, evinde annesinin istediği bir bardak suyu getirmeyen gençlerin, konu Amerika olduğunda ağzının suyu akıyor.  Ne kadar da ileri görüşlü batıya yüzü dönük modern gençlerimiz varmış. Bir kardeşimiz “ ruhunu ve kimliğini satarak, ben Amerika’da köpek olurum, köpek “ diyor. Ah genç kardeşim ah, akıllara ziyan böyle bir fikir bu toprakların evladından çıkmamalıydı. Senin deden kuru ekmekle gün geçiştirip yalın ayak, köpeği olmak istediğin köpeklerle çarpıştı. Neden? Dün küffarın zulmüne, tecavüzüne dur demek için. Mabedine kâfirin namahrem eli uzanmasın diye. Bugün sen bu memleket benim diyerek kimseye kölelik etmeyesin, Allah’ın dinini özgürce yaşayasın ve yayasın diye. Anlaşılan o ki, hayali oyun ve eğlenceden öteye geçmeyen hatta bunun için en büyük düşmanlarına köle olmayı tercih eden bir gençlikle karşı karşıyayız, belki de yan yanayız. Vatan sevgisi imandandır ve biliyorum ki bu vatan için canını, malını, kanını vermekle yetinmeyecek gençlerimiz var. En ufak sıkıntıya gelemeyip ülkesini terk etmeyi düşünen değil, bugün ülkesi için çalışıp yarın hakkıyla hizmet eden gençler istiyoruz. Herkesin, nasibi nispetinde vatana edebileceği bir hizmeti vardır. Bu vatan Peygamber Efendimizin ( s.a.v ) davasında ve tüm Müslümanların duasındadır. Asla ümitsizliğe kapılmıyoruz ancak işimiz zor.

                            

    Adsız
                                                                            Bursa-Gümüşhane