MANOLYA

 




 MANOLYA

Acı bir eyvah çınlatır geceyi

Ne kaldırımda sızan ayyaş duyar

Nede vecd halindeki derviş duyar

Acı bir eyvah anlatır geceyi

Istırap, ilah eli değmiş gibi

Detaylıca işlenmiş ve kusursuz

Ruhum çiçeğin elindeymiş gibi

Üflense uçacak… Öyle huzursuz

 

 

Doğmak için neyi bekliyor güneş

Titriyorlar güvercinler kuytuda

Hürriyet birazcık daha uykuda

Ve doğmak için emekliyor güneş

Şafak sökerken dökülür incisi

Öper manolyanın yanaklarından

Bana düştü sevdanın en kincisi

Kurtulamadım hiç parmaklarından

 

 

Meraklı bir çocuk gibi izlerim

Buluta gizlenir utanır mehtap

Sakınma benden, aydınlık isterim

Yüzüme vurulunca tanır mehtap

Öyle ki yakamozlar yalancıdır

İstemem, kandırılmak hep acıdır

Bir gün ıstırap telleri alıpta

Bitse bile… İzleri kalıcıdır

 

 ADSIZ

SÖZ UZAR

 



   Onların alkışları seni kandırmasın bacım, ışıltılı hayatları, mutlu kahkahaları. Alkoliklerin masalarında meze olmasın sesin, göz değmesin yıllarca koruduğun bedenine, onların alkışları seni kandırmasın. Onların alkışları seni yanıltmasın bacım, yolumuz birdir ve Bir olanadır ancak, belden aşağı esprileri gitmesin hoşuna, bedeninde kalp değil gönül taşıdığını bil, edep senin diğer adındır bilirim, onların alkışları yanıltmasın seni…

  Böyle bir nara gelir yüreğime, ne kulak kalır ne bedesten içimde, her şey darmadağın, yüzyıl süren bir depremde yüz yıldır uyumuşta şimdi uyanmış gibi hissediyorum kendimi asırlardır…

   Avm diye bir tabir var pazara inat ve benim tabirimle avm çiçeği bazı insanlar… Neden kainata kök salmak varken avm de bir saksıya bağımlı kalır ki insanlar. Bir saksıya bağımlı olmak ve bir başkasının seni satın alacağı günü beklemek… Oysa ki kökü çınar, gövdesi çınar, dalları çınar olup göğe yaklaşmak varken neden kuru bir toprağa ihtiyaç duyarız?

   Evet avm den kasıt dünyadır, pazardan kasıt ukba…

   Onların peygamber de normal insandı diyerek kasıtlı, planlı sözleri gelmesin kulağına. Muhammedun beşerun lâ kel-beşer, bel hüve kel-yâkûtu beyne'l-hacer

   Pazartesi bereketi iniyor üzerimize ansızın, O (s.a.v.) doğduğundan olacak elbet. Pazartesileri hep farklıdır yüreğimde. Şimdi ben pazartesilere hürmet ediyorum diye kalıpçı mı oluyorum, şekilci mi? Yoksa ''sen olmasaydın kainatı yaratmazdım'' hitabına mahzar olana hürmetkâr mı? Kölesi, köpeği olunası o peygambere kölesi, köpeği, ayağının altındaki toz tanesi olma duasıyla...

   İşte sen pazartesileri hoş görmezsen, o günü hep hor görenler hazırda bekliyor olacak. Onlar hin planlarını yapacaklar beyinlerinin ücra köşelerinin lağım çukurlarında, sonra bir açacaklar kokuşmuş ağızlarını, gelip fısıldayıp kulağına diyecekler ki pazartesi sendromu... Hadi oradan hayvan. Pazartesiler berekettir bizde, yepyeni başlangıçlardır, Rebiüevvel'in 12 sinden beri.

   Şekilciliğe de karşı değilim, içi boş şekilciliğe karşıyım. Tesettür diye modayı ittirenlere, sakal moda olunca sünnettir diye bırakanlara, namazı beş vakit kılıp halini düzeltmeyenlere, hoşgörü namına atasına sövenlere bile güler yüz gösterene, özgürce islam bunu emrediyor kardeşim konu kapanmıştır diyemeyenlere karşıyım. Sen dinini bilmeyince, din diye bir şeyi önüne koyarlar da dindarım diye dolaşırsın. Yoksa manâ usûldedir, usûlsüz vusül olmaz.

      Bugünlerde ömrü hayatı boyunca bir hristiyan turistten daha az camiye gidenler, bugün senin camiye nasıl ve neden gitmen gerektiğini anlatıyorlarsa o ülkemin en ayyaşı bile der ki  ulan sen kimsin din hakkında konuşabiliyorsun… Fakat şer cephesi uyumaz bugün öyle bir sistem kurulu ki üzerimizde en dindarımız bile acaba mı ki diye ikilemde çünkü camiden hiç çıkmayan adamlar konuşuyor, zahirde evliya batında eşkiya tipler... 

    Söz uzar, ömür kısalır, sen ise fırıldaksın ey nefsim!! Vesselam... 

AHDİNİ BİL SEN EY HADSİZ

 




Kendinden mi şan gözettin

Ahdini bil sen ey hadsiz

Unutsan da bir söz ettin

Ahdini bil sen ey hadsiz

 

Demedin af, eyvah dedin

Dünya dedin, refah dedin

Her güzele mübah dedin

Ahdini bil sen ey hadsiz

 

Bilmez misin gören vardır

Haddi belli yören vardır

İlin, yasan, tören vardır

Ahdini bil sen ey hadsiz

 

O can sana emanetti

Canın senden aman etti

Bu günahın sana yetti

Ahdini bil sen ey hadsiz

 

Anla artık isyandasın

Tövbe gerek ziyandasın

Ölüm yakın bir andasın

Ahdini bil sen ey hadsiz

 

Mücahitsen koş meydana

Yusuf gibi düş zindana

Bıçak takıp gez gerdana

Ahdini bil sen ey hadsiz

KALPLERE HÜKMEDENİN ADIYLA!

 


     Ben her sabah bir Mihriban türküsüyle giderim işe, bana ayrılıktan bahsetme, bana emperyalist güçlerin gücünden, Filistin'i öldüren zalimlerin zulmünden, milyarlarca müslümanın sessizliğinden bahsetme. Bana altlarından ırmaklar akan yerden, Filistin'li Hanzala'nın yüzünü göreceğimiz andan, Kudüs'e namahrem ayağı değmeyeceği günden bahset. İçimizin ferahlayacağı güne kadar hülyalarla uyutma beni, bana olacak gerçeklerden bahset. Bahset ki umudumuz dipdiri olsun bu kahpe düzene karşı.   

     Selahaddin Eyyübi'nin geçmişte yaptıklarından değil bana çağımızın Selahaddin'i gençlerinden bahset. Atamız Fatih Sultan Mehmed'in yaptıklarıyla oyalama beni, bana Sultan Fatihler yetiştirecek sırdan bahset. Geçmişle uyutma beni, geleceğe yön verecek geçmişimden bahset. Bahset ki açılsın kırk acı kilidi vurulmuş şu harabe yüreğim, geceyi yenmek için debelenen gündüzün, tam imsağına ulaştığı anda açsın çiçeklerim, çiçeklerden çok ihtiyacım var buna...

     Çiçeklerden çok ihtiyacım var buna çünkü deşiyor bağrımı din kardeşlerimin iniltileri, ağıt yakmayı en iyi ben bilirim çünkü ben Filistin'im, Arakan'ım, Doğu Türkistan'ım, Türkiye'nin Bursa ilinde olmam hiçbir şeyi değiştirmez. Filistin'de öldürülen, Kudüs'te namaza alınmayan benim ben!  Arakan'da işkence edilen benim babam, Srebrenista'da ölen benim annem, Doğu Türkistan'da ırzına geçilen benim bacım, unutkanlığımdan dem vurupta maval okuma bana çünkü Çin sarayını 40 kişiyle basan da benim, Uhud da göğüs göğüse çarpışan da, Bilecik’te bu devleti kuran da benim, bu şanlı bayrağın altında yaşayanda. Dil, din, ırk gözetmeksizin çocukları, anaları, bacıları tecavüzden kurtaran da benim. Zalimin zulmünden insanlığı emin kılanım, özüme uzaklığımdan dem vurma benim. Ben beklenenim…

    Bir kuşu kafese hapsetmek, bir ağacı saksıya ve bir insanı aklıyla sınırlamak zûl geliyor hep bana. Kuş özgür ve hür gökyüzüne, bir ağaç yeryüzüne ve bir insan ancak ve ancak gönlüne bırakılmalıdır. Bırakılmalıdır ki önümüzdeki 50 yıldan başlayarak sonsuzluğumuzu kurtaralım. Değişene dek bahtımız 21. yüzyılda yaşanan ahlaksızlıkları bırak, bana ahlâklı nasıl olunur ondan bahset. Z kuşağını kötülemekten vazgeç artık; insanın içindeki hırçın değil, ılık ılık dalgaların olduğu yerlerden bahset; bahset ki ulaşalım oralara, kurtaralım atîmizi.

     Kalplere hükmedenin adıyla! Ruha kıymık gibi batan nefsin mübadelesi senin imanındır ancak, sen onu kemale erdirmedikçe. Her alaşağı ettiğini sandığın anda tersine döner zemin ve sen yine altta kalırsın. Bir gönül ustasına varmalı mı? Varmalı! Bir Mürşid-i Kâmil şart mıdır? Şarttır! Fakat O'na sadakatte şarttır. Ben beklenenim ve kendimi bekleyenim evvela, bir özüme döndüğüm vakit sıyrılacağım tüm mecazlardan, şu gereksiz kavgalardan, masivadan... Kalplere hükmedenin adıyla, inşaallah.





Nereden başlayacak?


Buradan başlayacak herşey, tam olarak şuan durduğun yerden. Kaldır başını etrafına bakın. Şimdi zamanı yavaşlat, gözlerini odaklayarak etrafındaki nesneleri, ilkokulda matematik dersinde öğretilen kare, dikdörtgen, yuvarlak veya silindir şeklinde saf ve olduğu gibi algılayarak bir daha bakın. Kafanın içinden geçen tüm düşünceleri, minibüs şoförlerinin, insanları minibüste arkalara doğru ittirdiği gibi senin de göremediğin ama doluluğunu hissedip  zamanının ve anlık düşüncelerinin gerisine ittirdiğin kaygılarını havada süzülürken bir anda avcı tarafından vurulup, cansız endişesiz aşağı doğru süzülen bir kumru gibi gökyüzünden aşağı sal. Belli belirsiz senin de tam olarak ne kadar süredir devam ettiğini bilmediğin, maçın doksan artı 5 inci dakikasında beş sıfır yenildiği maçta bir gol atıp buna sevinen futbol takımı oyuncusu gibi  yalandan sevinçlerle devam ettirmeye çalıştığın hayat sahasında kendini kandırmayı bırakıp Dur, durul. Herşey Buradan başlayacak dedim ya; o  mekanı, durduğun yeri iyice tanıdıysan, hayata biraz daha yakından bak. Yaşadığın zamanı idrak et. Anı yaşa yahu anı YA-ŞA. Mekanını tanı, gör. geçtiğin bir sokakta ki Işıklı   Yazılarla gözümüze sokulan, “bunu almazsanız (çok şey) kaybedeceksiniz” diye haykıran tabelalardakileri alamadığımız için daha kaliteli bir yaşam süremediğimizi içimize sokan reklamları algıla. Herkes bakmak ile görmek arasındaki farkı afili cümlelerde veya içersinde kaybolup benliğimizden, bu “kalitesiz” yaşamdan, attığımız bir golle sevinip beş sıfır yenildiğimizi unuttuğumuz, vaktimizi kaybettiğimizi idrak ederek körü körüne anı yaşamaya yani yaşamaya ara verdiğimizi düşünerek her an kaybetmeye devam ettiğimiz müddetçe bizi hürleştirdiğini, aşağıda değilde yukarıda olduğumuzu hayal ettiren, kendi düşüncemizin kölesi olmaktan sıyrılarak ne yaşadığını bilmediği sosyal medya hesaplarında görmüştür. 


İşte bu görmek ile bakmak arasında ki farkı farkedip, farkındalığın farkına vardığında uygulamak için yapmadığın her kalkınma ve devinim çabası, senin ile yaşamının arasında büyük “fark(lar)” açacak. O fark açıldıkça sen bu mağlubiyete ve aşağıdalığa yapmış olduğun minibüs şoförü tarifesiyle, yenildiğin maçta eğer olur da ufak ta olsa bir devinim yaptığında kendini şutu ağlarla buluşmuş futbolcu mertebesinde bulacaksın. Ve ne yazık ki bu paradoks seni bırakmayacak.


Kurtulmak… Neyden, neden?

Düşünceden mi, düşündürenden mi? 

Huzur, kurtuluş vesaire…

EGE GÜZELİ





Aramızda olan bu kanlı ahenk

Ya sana, ya hazin sona götürür

Gülşen de kelebek ölür rengârenk

Yıllarca aşınmış kaya köpürür

Sinemi yağmalar oluşan figür

Bizim resmimiz bu olmamalıydı

Dudağında sönen alev şimdi hür

Dudakların böyle solmamalıydı

 

Yanağında dinmek için gamzeli

Mutlak geleceğim Ege güzeli

 

Rabbimin merhamet eli dokunsun

Gönlüne, yetmez mi bitsin bu eza

Adıma yazılmış ferman okunsun

Bir sihirli sözdür bana mukteza

Aşılamaz engel durur fariza

Ali'nin kınında zülfikar gibi

Dökülür halimi bilirse feza

Konuşursam, sanki bu inkâr gibi

 

Ebed sürmeyecek ama ezeli

Mutlak geleceğim Ege güzeli

 

Azlettiler benden önceki eri

Şimdi savaştayım ben Kaf Dağında

Dönmek istesem de dönemem geri

Boynum bükülmesin Han otağında

Kasırgalar gibi İrem bağında

Hücrelerime dek parçalarsın sen

Bir gün adın bile kalmadığında

Bunca şiirlerde hep çalarsın sen

 

Bineva vücudum bin bir gözeli

Mutlak geleceğim Ege güzeli

 

Göğüs kafesimde bir kuş esirdir

Uçma vakti gelir artık tutamam

Berhürdarken canan, can münkesirdir

Bunca hatırayı arda katamam

Kaderimi böyle bil, unutamam

Onsuz kere acı, ömrüme biçin

Masum hayalleri suya atamam

Yırtınır gölgeler aydınlık için

 

Korkuyorum sensiz ölüm sezeli

Mutlak geleceğim Ege güzeli

 

Kıydılar menfada hicap duymadan

Sevdamıza, toplu mezar kazdılar

Sorguya çektiler, cevap duymadan

Hükmümüze bilsen neler yazdılar

Koşuşturan atlar bembeyazdılar

Kan içirdiler o atlara zorla

Karardı yüzleri, sonra azdılar

Karınları doydu diken ve korla

 

Sen mor hülyalarda nice gezeli

Mutlak geleceğim Ege güzeli

 

 

Zan düşer gecenin kuytularına

Aydınlığa çıkmak an meselesi

Tan düşer gecenin kuytularına

Benim canım halen sende ölesi

Sultanlar dahi bir var'ın kölesi

Gözünde eririm düştüğüm gibi

Volkanlarda olur ancak böylesi 

Benim sana bağım kör düğüm gibi

 

Gün batar, gözlerin yıldız bezeli

Mutlak geleceğim Ege güzeli

 

Gelemezsem eğer aç ellerini

Dualarına bir beddua ekle

Nihayetlendirip emellerini

Beni ukbada bir hesapla bekle

Yalnız kaldığında konuş felekle

Cennetten bir parça huzur tadarsın

Bulutlar girince muhayyel şekle

Cihanda anla ki düşün kadarsın

 

Yüzüm gülmüyor hiç seni üzeli

Mutlak geleceğim Ege güzeli


ADSIZ