ERTELEME!

   


     Kalûbela tozları var üzerimde ve bir sözün verdiği ağırlıktan dolayı yaşıyorum med ceziri. Çıkamıyorum bir an olsun kalıplardan, doktor, polis, öğretmen, zengin, iyi, para, kötü, güzel, çirkin... Her şeyin peşine gelen her basmakalıp söz bir çivi gibi mıhlıyor beni duvara; iyi güzeldir, zengin mutludur, öğretmen sadece okulda olur, para saadet verir, şişman çirkindir... Uzayıp giden bu örneklerle, karşımda konuşanların sesleri tecavüz ediyor kulaklarıma... Kimse bana insan kalabilmenin önceliğini anlatmadı tam 20 Küsur yıl kadar. Kirlendik; büyüdükçe dünya sindi üzerimize ve biz sindikçe kirlendik bu kirli düzende. Maskelerin ardına sakladık yüzümüzü. Dedim ya az önce dedim ya işte çıkamıyorum bir an olsun kalıplardan aklımdaki cevabı olan ve cevabını vermekten korktuğum sorulardan.

-İnsan hiç şeytanla ahitleşir mi? 

-Elbette hayır.

-Nereye o zaman bu gidiş?

-...

   Olası günah sapaklarında başlıyor kalp harbimiz. Bir an gibi görünüyor karar verme aşaması fakat bazen bir an bir yıl gibi geliyor insana. Nefs ve şeytan her zaman saptırmıyor insanı çoğu zaman ertelemeye çalışıyor iyilikleri. Ertelemenin bir hastalığa varan derecede ilerleyeceğini düşündükçe kalkıyorum ayağa, iman denen cevherin, kanserli bir genç gibi günden güne eridiğini gördükçe kaçıyor uykularım. Tik tak, tik tak... Geçiyor işte zaman denen mefhum geride bıraktığı her merhumun ve yaşayan her canlının üzerinden. Bir ölçü dahilinde ilerlesede zaman, ışık hızını dahi içine alabiliyor nedense, dilediği kadar hatta ve hatta delice bir süratle hızlı koşabilseydi insan yine bir saniyeyi ikiye, ikiyi de bir saniyeye indiremeyecekti geçen an'da...

   Hayatın beyhude kucağında geçiyor zamanımız. Malayâni denen illet ne kadar hoşumuza giderse o kadar istismar ediyor benliğimizi. Hele şu ekranların başında geçen vakitler... Bir an sıyrılıp tüm dünyadan nefes alınacak yerlere kaçasım geliyor, oralarda insan denen canlıdan bahsetmek istiyorum önce kendime, sonra insan olmadığımı anlıyorum biraz biraz. Böylesine azametli ve ulvi bir amacı yüklenişimiz tam olarak kalûbela da başlıyor sanırım, daha Dünya'ya gelmeden bu Dünya'nın halifesi ilan edilen insan nasıl olur da böylesine basit günahlarla sonsuz hayatını mahveder diye düşünürken dalıyorum uykuya. ''İnsanlar uykudadır ölünce uyanırlar.'' Hadis-i şerifi geliyor aklıma ve uyanıyorum sıçrayarak. Ölmeden önce ölmek sözü üzerine bir hayli düşünüyorum bu sıra. Mevzimden kurşun gibi atılarak varmak istiyorum Menzil'e. Ahhh nefsim...

Nakşi Şeyhinin dergâhında yükselmez ses, Peygamber (s.a.v.) huzurundaki gibi çünkü ilk misal diğerinden bir cüzdür; şu kainatta O'ndan bir cüzdür o halde asla sesini yükseltme. Sen ölmeden önce ölmeye bak haydi. Meyyiti gömmeye yeter biraz sıcak su birkaç kürek sesi, uzun bir sela okunur kısacık ömürde ve ölünün suretinden anlaşılır geçmişi, insanların yüzde yetmişi pişmanlığı oraya bırakır ama oraya bırakılan hiç bir pişmanlığın telafisi yoktur. İşi bilenler Yaa Rabbi ben pişmanım deyiverirler bir ipe tutunarak, sonrası temizlik sonrası yeni hayat... Hiçbir şey için geç değil tam şu an, erteleme hayatı... Erteleme... 

2 yorum:

  1. Hayatı değil de tevbeyi erteliyoruz maalesef biz. Konuyla alakalı bugünkü Fazilet Takvimi'nin arka sayfa yazısını eklemek isterim buraya:

    Allâhü Teâlâ şöyle buyuruyor (meâlen): “Fakat Allâh’ın kabulünü vaad buyurduğu tevbe, o kimseler içindir ki bir cahillikle bir kabahat yaparlar da sonra çok geçmeden tevbe ederler…” (Nisâ Sûresi, âyet 17)

    İbn-i Abbas radıyallâhü anhümâ, “Çok geçmeden” kavlinden murad; hastalıktan ve ölüm döşeğine düşmeden evvel tevbe ederler demektir, buyuruyor. Burada tevbenin en faziletli vaktine işaret buyurulmuştur. İnsan hastalıklara dûçâr olmadan, sıhhatli iken tevbe etmeli, sâlih ameller işlemelidir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, birçok âyet-i kerîmede tevbe, sâlih ameller ile beraber zikredilmiştir.

    Hastalık hâlinde, sıhhatini kaybetmiş, nefsin arzularını yerine getirmeye tâkati kalmamış iken tevbe eden kişi, dünyadan ve hayattan ümidini kesen, bundan dolayı tevbe edip işlediği cürümleri terk etmeye çalışan kişi gibi değil midir? Bu tevbe nerede, günah işlemeye gücü olduğu hâlde Allah korkusundan, ancak ondan sevap ümit eden ve Allâh’a itaatı, ona isyana tercih eden kişinin tevbesi nerede?

    Sultanın elinde esir, elleri kelepçeli, ayakları bağlı olan kimseyi düşünün. Sultandan eman istemesinin yegâne sebebi, ölüm korkusudur. Bu kimse sultanın sevgisini ve rızasını kazanamaz. İşte bu, sadece ölüm döşeğinde iken tevbe eden gibidir. 

    Sıhhati yerinde iken tevbe eden kimse, at binmesiyle, kılıç tutmasıyla meşhur olan bir yiğide benzer ki o, dövüşmeye, sultana karşı gelmeye muktedirdir. Bunlara kâdir iken sultanın huzuruna zelil bir şekilde gelip, eman talep etse, sultanın en has adamlarından biri olur. Zira o, isteyerek ve itaatkâr olarak, ona hizmet için gelmiştir. Lâkin sultanlar sultânı olan Allâhü Teâlâ, cömertlerin en cömerdi, merhametlilerin en merhametlisidir. Bütün mahlûkat, onun önünde esirdir. Kullarından hangisi, azabından eman talep ederse ve eman talebinde samimi ise hangi hâl üzere olursa olsun onu, azabından emin kılar. 

    YanıtlaSil