MANOLYA II

 

MANOLYA II


      Dinlenmek için bir gün kalbime yaklaşırsa 

      Nabzımı duyar, yüzüm kızarır utanırm

      Ya sevdiğimi anlar benden uzaklaşırsa 

      Arkasına bakmadan gider, onu tanırım 

 

          Sana diyeceğim var, hemen gitme Manolya

          Bilirim vaktimiz dar, gecikmişim ne yazık

          Dinle beni ne olur, olmaz deme Manolya

          Bunu da hatırıma say, kaşların neden çatık

 

          Ah kaşların Manolya, memleket gibi vakar

          O kaşlar ki sevdamın en belirgin hattıdır 

          Ve saçların Manolya, memleket gibi kokar

          Böylesi gurbet, ancak divanenin bahtıdır 

 

          Sakladığım bu sırrı yutkundum gecelerde

          Gündüzlerin telaşı hislerimi bastırdı

          Belki anlatmaya çalıştım bilmecelerde

          Halbuki yazacağım sana birkaç satırdı

 

         Gözlerine kapılıp raks ederim girdapla

         Ya beni boğar, ya da can suyudur gözlerin

         Gözlerin anılıyor sürekli inkılapla

         Hem serin bir firuze, hem koyudur gözlerin

 

         Bana dudaklarında bir kez ölmeyi bahşet

         Bu bir itiraf değil, veda etmektir sana

         Bir şey beklemiyorum ne vicdan, ne merhamet

         Bu bir itiraf değil veda etmektir sana

 

         Bir şey söyle ne olur, çiçekten kuştan bahset

         Çabucak bitmesin bu büyüleyici hülya

         Bana dudaklarında bir kez ölmeyi bahşet

         Senin söyleyeceğin bir şey yok mu Manolya?

 

         Susuyorum, susuyor... tamam, tamam Manolya

         Bunu isteme benden unutamam Manolya


ADSIZ

GÜN AĞARINCA TEVAZUSU KAYBOLUR GÜZELİN




      Eve hiç şarkıyla giren adamlar olmadık çok şükür, ne şiirlere konu ettik güzelliğini, ne de yazılara... Gün, en saklı kalmayacak biçimde ağardığında evliyaydık hepimiz, gece teheccüd vakitlerinde battık günahlara her daim, sabahı kan, öğlesi kan, akşamı kan dolu bir boğaz ile dolaştık asırlardır. Uyku bazen en büyük günahıdır insanın, nefs bazen en büyük düşmanıdır, onu dizginleyene dek. Sahi nasıl dizginlenir nefs, kim öğretir onu yola getirmeyi? 

      Gece her zerrenin üzerini eşit biçimde örter meydana geldiğinde; ya dertliler? Dertliler biraz daha nasiplidir geceden, gündüzden nasipleri olmadığı gibi. Dert nedir, derman ne? Sevgili kim, aşk nedir? Üstad nedir, Gavs ne? İrili ufaklı bir yığın soru gönül denen şuracığın üzerinde.

     ‘’Anam babam sana feda olsun Ya Rasulallah'' diye; efeler gibi naralar atası var meydanlarda o ciğersiz nefsin. Anana babana Allah afiyet versin, gel sabah namazına camiye gidelim, gel bir yetim başı okşayalım ama kimse bilmesin seni, gel Allah’ı tanıyalım,,. Çık şu kalıplaşmış içi boşalan laflardan, in derine, derine, derine ve derine doğru… 

      Derinlerde saklanır en ulvi hazineler, ben müslümanım diyen bir ferdin sadece beş vakit namazla yetindiğini görmek çıldırtmaya yetiriyor insanı. Kimin kulu, kimin ümmeti olduğumuzun farkına varmadan yaşamadık mı yıllardır? Biz ateşlere atıldığı vakit gül bahçesine dönen İbrahim peygamberin neslinden, ayı işaret parmağıyla ortadan ikiye bölen biricik Peygamberimizin ümmetiyiz. En önemlisi de hiçbir şeyden  zerre gafil olmayan ve asla olmayacak olan, bizi bizden daha iyi tanıyan, merhametlilerin en merhametlisi ve O'nu anlatmaya her zaman aciz kaldığım ve kalacağım biricik Rabbimizin kuluyuz. Kalk ve ayağa dikil!! Şimdi tevbe-i nasuhun tam zamanı...

      Salkımların kıyısından başlar ölümün esintisi, öyle bir yürek ki O; binlerce yüreği barındırır gölgesinde. İnsanı maymun eden uslanmaz o nefsidir an be an. Ne zaman hayata dair iki kelam etmeye yeltensem, suratıma tokadını aşk eder nakkaş. Yanağımın kırmızısı tokattan değil, utançtandır çoğu zaman. Böyle merhametli bir Rabb’e kulluk edemeyişimin utancından. Zoraki gülüşmeler tutar sokakların köşe başlarını, istenmediğim yerlerde durmak üç yaşında bir çocuğun bininci defa boğazıma çökmesiyle eşdeğer, zevksiz bir oyuna denk benim için.

      Gün ağarınca tevâzusu kaybolur güzelin ve başlar günah curcunası. Bir sevabın peşine üç günaha koştu mümin, bozulmadan hemen önce. Bağrımda taşıdığım çiçek değil, dal değil, göğsümün göğünde uçan kuş değil, arı değil, kavganın tam ortasında patlayan silah gibi, sıkılan bir kurşun gibi bu sevda… Sadece kuşlar değil köpeklerde bilsin sevdamızı çünkü 1400 yıllık çınar gövdesini terkisine bindirmiş aşk, canlar satılası o pazara sürüyor atını…