Aliya yusuf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aliya yusuf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Ebabil Beklerken

Masum çocukların hastanede melek olduğu bir gecenin sabahında edebi birşeyler yazmak kuru lakırdıdan başka birşey olmayacak.

     "Dünya hassas kalpler için cehennem yeridir" sözünü iliklerime kadar hissettiğim zamanlardan bir tanesi. Çünkü henüz yolun yarısı bitmiş diyen şairin yaşlarındayken bile sayfalar dolusu hüzün ve acı doldurduk ömür defterine. "Herşey ben yaşarken oldu" diyor ya başka bi şair evet hepsi de biz yaşarken oldu. 

        Savaşmanın bile bir ahlakı olduğunu öğreten Sevgili Rehberimizin (sav) ümmetinin masumlarına reva görülen bu zulüm karşısında, ebabil bekleyen Mesih bekleyen bizler yani ümmetin konfor alanından çıkmak istemeyenleri, yani sosyal medyada birkaç gönderi ile savaşı kınayanlar, yani sohbet ortamında mücahitlik naraları atanlar, yani bizim iç meselemiz değil diyenler, yanıbaşındaki vahşete tek kelime edemeyen siyasiler, yani bize dokunmayan yılanı bin yıl yaşatanlar yani bizler yani hepimiz.. şimdi göğüs kafesimizde olanca ağırlığıyla gazze, kulağımızda olanca sesiyle feryatlar, dimağımızda olanca ağırlıyla Filistin. 

Özgür Filistin ...

Tutsak Filistin...

Özgürleşemeyen Filistin...

Belki de en çok biz tutsak ettik onu umursamaz tavırlarımızla, en çok biz görmezden geldik en çok biz kulaklarımızı tıkadık. Küçük bir parmak hareketi ile videoları atladık bakamadık, kumandanın kapat tuşu da çok isimize yaradı bu aralar tabi çünkü çok hassas kalplerimiz dayanmazdı. Ben çok üzülüyorum böyle şeylere dedik. Üzüldük geçtik. Geçtik ancak hiçbirşey geçmedi

         Gazze semalarından bombalardan çok bizim miskinliğimiz yağdı, bizim yok saymalarımız belki de daha çok yaraladı ancak biz teröristler yaptı dedik. Bizim umursamazlığımız kilit vurdu kapılara biz düşman yolları kapadı dedik. Bizden ümidi kesmemişlerdi henüz elektrikleri kesilmeden önce. 

          Silkelenip toparlanacaz elbet bir süre gülmeyecez , çocuğumuza doğum gününde mum üflettirmeyecez oradaki yavrularımız aklımıza gelecek düğün eğlence vs ortamlarına da girmekten imtina edeceğiz, birkaç gece uyumakta zorlanacağız ta ki ölenin öldüğüyle kalacağı Filistin'in haber servislerinde ana gündem başlığı olmayacağına dek. Sonra daha çok iyi olacağız hassas kalplerimizin dayanmadığı görüntüler önümüze düşmeyecek.

         "İnsan nisyan ile maluldur" demişti Muallim Naci, bu unutkanlığımız düşmanımızın en büyük silahı oldu. Bizdeki bu atalet onların cesaret kaynağı oldu. 

     Artık hepimizin kendi payına çıkaracağı dersler var. Bunlardan tam not ile geçmek boynumuzun borcu, şehitlerimizin vasiyetidir. Beklediğin ebabillerden biri de sensin sakın unutma!


Lozan Gerçekleri


Bugün 24 temmuz..
99 yıl önce bugün İsviçre'nin Lozan kenti Türkiye Cumhuriyeti için tarihi ve kritik bir ana şahitlik ediyor.  Yeni kurulan devletin tescili niteliğinde yapılacak olan anlaşma ile yurdumuzdan işgal kuvvetleri çıkacak ve Türkiye'de yeni bir sayfa açılacaktır.
Üzerinden neredeyse bir asır geçmesine rağmen Lozan Antlaşması hala kazandıklarımız ve kaybettiklerimiz üzerinden tartışmaya açık bir konu olmuştur. Bu mevzu tarihçilerin gündeminde olmaya devam ededursun sosyal medyanın gündeminde daha heyecanlı bir konu mevcut;
"Lozan anlaşmasındaki gizli maddeler"
Evet birçoğumuz böyle iddialara denk gelmiştir gerek tartışma programlarında gerek sosyal mecralarda. 2023 yılında çıkarmaya hak kazanacağımız iddia edilen yeraltı kaynakları sayesinde birdenbire petrol zengini bir ülke olma hayali, tüm dünyada ve ülkemizde görülen ekonomik dar boğazda hepimizi mutlu edecektir elbette. Mesela o zaman döviz kuru hesap etmemize gerek kalmayacak, Afrikanın bilmem neresindeki ülkenin para birimiyle bizimkini kıyaslayıp tweet atmayacak, 1 dolar ile neler alınır videoları çekmemize de gerek kalmaz hatta belki o zaman yabancı turistlere  "Aşılıyız, bizden korkmayın" dememize bile gerek kalmaz kim bilir. Ve hatta belki hipokrata yemin edenler lutfederlerse burada hem de bizlerle kalabilirler.  Dediğim gibi hayali bile ne kadar güzel değil mi?
Ve bu hayal için bir iddia lazım. Hazır Lozanın da yıldönümü geliyor...
    
Benim de bir gizli maddem var ve burada  paylaşayım, yalnız bu madde o kadar gizli ki bunu o an orada bulunanlara bile söylememişler.
"2023 te Türkiyede Mehdi çıkacak"

Mehdi gelecek bütün kötülüklerle savaşacak, dinsizlerle mücadele edecek,inananları koruyacak yaralarını saracak,daha huzurlu müreffeh bir zamana ulaştıracak, İslamı ayakta tutacak ve tekrar dünyaya hakim kılacak.
Hayali bile ne kadar güzel!

Peki biz neden sürekli oturduğumuz yerden hayal kurmayı tercih ediyoruz?
"Olursa, yaparsa,gelirse "lerle yaşıyoruz.?
Bundan nasıl tatmin olabiliyoruz?
Projelerimiz, vizyonumuz neden bunlara bağlı?
Bu, üzerinde ciddi anlamda düşünmemiz gereken bir durum.

Peki bizim üzerimize düşen nedir?
Bunların olmasını hayal ederken sorumluluğumuz neler olacak?
Bunları hiç düşünüyor muyuz?...

        Bütün bunların bizim dışımızda,bizimle alakası olmadan olmasını diliyoruz. Konfor alanımızdan çıkmak istemiyoruz.Petrol çıksın üretmeden zengin olalım istiyoruz ancak bilim üretmeyi,katma değer oluşturmayı, çalışkan olmayı, rakiplerimizle rekabet etmeyi istemiyoruz. Daha teknolojik olanını daha iyisini üretmeye inancımız kalmamış adeta
   
    Mehdi gelsin İslam tüm dünyaya hakim kılınsın istiyoruz ama ibadet etmeyi, farzları terketmemeyi, yetimi korumayı, komşu hakkını gözetmeyi istemiyoruz. Bu mücadelede bizlerin de sorumluluğu olduğunu hatrımıza getirmiyoruz. Çünkü yine konfor alanımıza vatan savunur gibi sahip çıkıyoruz. Hep başkaları yapsın istiyoruz. Eyüp El Ensari hazretlerinin 93 yaşında memleketinden bu kadar uzakta olmasının sebebini düşünmüyoruz.
Yıllar önce Bilge kral Aliya İzzetbegoviç
"Mehdi, bizim tembelliğimizin adıdır" diyerek bizleri tarif etmiştir. Ne yazık ki bu ifade hala daha günümüzde karşılık bulmaktadır.
"İki günü eşit olan ziyandadır"
Ziyanda olmayalım dostlar, zayi olmayalım!

Oyuncu 104 elendi !




Geçenlerde Bir'lerimizin,bizi bir yapan unsurlarımızın fazla olduğu bir dostumuzla sohbet esnasında Türkiye'nin dünya mutluluk sıralamasındaki yerinin 104. basamak olduğunu söylediğinde yüzümdeki duygusuz-tepkisiz ifade; kendisini, daha sonra yurt dışında filanca kurye bizim doktorlarımızdan daha fazla kazanıyor falanca garson bizim mühendislerden fazla kazanıyor demek için hazırlayan arkadaşım için hayal kırıklığı olmuş olmalı ki hevesini alamamanın verdiği şaşkınlık ve yarı kızgınlıkla

-Buna da diyecek bir sözün yok mu? Diye sordu.
-Evet, tabiki var dedim. Daha fazla meraklanarak
-Ne diyebileceksin peki? dedi.
Elcevap:
-Elhamdülillah! Öyleysek eğer.
"İman etmezseniz cennete giremezsiniz birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız" buyuruluyor yine birçok hadis ve ayette yardımlaşmanın paylaşmanın birlik olmanın öneminden bahsediliyor. Komşusu aç iken tok yatanın yeri olmadığı kesin bir dille ifade ediliyor.
Rus yazar Tolstoy
"Acı duyabiliyorsan canlısın
Başkalarının acısını duyabiliyorsan insansın"
diyerek adeta durumu birkez daha özetliyor. Evet nasıl ki parmağımızın ucuna hafif bir kıymık parçası battığında en sevdiğimiz yemeklerden bile lezzet alamazken, normalde mutluluk duyacağımız olaylarda bundan dolayı mutsuz- keyifsiz oluyorsak elbette bizim de şuan mutsuz olmamız için birçok sebep var diyerek sözlerime devam ettim.
Filanca ülkede 5 dolarla ne alınabilir, 1 euroyla neler yapılabilir videolarıyla zihinini epey meşgul etmiş olan, günlük döviz kuru ve ekonomi bildirimleri sayesinde telefonu adeta ötlük gibi susmayan kişilerin henüz kavramakta zorlanacağı şeyler de var. Örneğin lokmalar boğazımıza düğümlenir aç bir şekilde akşam eden üzerine sabah olan insanları düşününce. Sıcak sobanın yanında otururken çadır kamplarda çıplak ayakları ıslak toprağa batmış titreyen kalpler geldiğinde aklımıza olanca harıyla yanan sobanın yanında titreme gelir kalplerimize. Cocuklarımıza dışarı çıkarken montunu sıkı sıkı kapat demeye utanırız giyecek eski mont bulamayan ümmetin çocuklarının hayali gelince gözlerimize Mükellef iftar sofralarında hangi yemeklerden başlayacağımızı şaşırırken  iftar etmeden tekrar oruca başlayan Efendimiz (sav) gelir aklımıza çorba bile fazla gelir gözümüze. Yazın en sıcak gününde Sarıkamış gelir aklımıza o güneşin altında üşürüz. Yumuşak yataklarımızda uyumaya hazırlanırken hemen yanı başında bombalar yağan çocukların kadınların feryatları göz kapaklarımızın kapanmasına müsade etmez. Su içerken, bir yudum su fazla görülen efendilerimize şehitlerimize yanarız da su bile yakar boğazımızı
Biz; insan olabildiğimiz ölçüde mutsuzus. Canlı cansız demeden bombalar yağdırırken, dünya savaşını başlatan ve bitirenler savaşı kazanmanın mutluluğunu kutlarken biz hala o insanlar için kederleniriz dua ederiz.
Onlar yanı başında açlıktan kemikleri sayılan çocuğun ölmesini bekleyen akbabanın resmini çeker ödül alır, biz aynı çağa denk geldiğimiz için kendimizden utanırız, topraktan utanırız, yetemediğimize üzülür yetişemediğimize yanarız.
Ekonomi göstergelerinde bunlara rastlanmaz, çizilen grafikler, endekslerle bunları hissetmek imkansız.
Oyuncu 104, bu dünyanın kurallarına uymakta bu yüzden zorlanıyor.
Bu kurallara göre oynanan oyunda kendi kurallarını koyabilmek ve tam da karanlığın ve kötülüğün ortasında hakkı savunmak, yaradılanı yaratandan ötürü sevmek, zalime karşı mazlumun yanında durabilmek, haksızlığa eşitsizliğe adalet kılıcını vurabilmek ve her ne olursa olsun Hakk' ın yanında olabilmektir asıl mesele...
Biz mücadele ederiz, muzaffer edecek olan Allahtır vesselam. 

Cahil





Cahildim dünyanın rengine kandım
Asla yapmam dediğim şeyleri alışkanlık yaptım
Sanki küçük dağları ben yarattım
Farkedemedim, ipin ucunu çoktan kaçırdım

Cahildim dünyanın rengine kandım
Yıldızlardan parlak rehberlerim varken karanlık hayallere aldandım
Gerçek dostumu atamın mezarında, duvardaki heybede bıraktım da
Yalancı dostlara yaranmaya çalıştım.

Cahildim dünyanın rengine kandım
Sakladım kimliğimi hatta bazen de utandım
Orada bir yerim olur ümidi ile karşı mahalleye geçip
Geldiğim yere bakmadım
Onların arasında kendime hep bir yer aradım

Cahildim dünyanın rengine kandım
Değerlerime saldırdılar da duymadım
Olur da incinirler diye ağzımı açmadım
Ne kadar ileri gitseler de elimi kıpırtmadım
Yine de onların arasında yer bulamadım

Cahildim dünyanın rengine kandım
Gündüz dolandım da gece olmayacak sandım
Gençliğin kıymetini ihtiyarlık gelmeden önce bilin diye uyarıldım
Ama hiç umursamadım
Fani ömrüm tükenmeyecek sandım
Hayale aldandım boşuna yandım

Yarasa suyuna çorba


 Gelişen ve farklılaşan ve hatta daha fazla zorlaşan dünyamızda artık her geçen gün farklı olaylarla karşılaşabiliyor, algılarımız ve düşüncelerimiz günden güne değişiklik gösterebiliyor. Maalesef içinde bulunduğumuz pandemi süreci de hem sosyal hem ekonomik hem de kişisel hayatımızı derinden etkilemiş ve bundan sonrada etkilerini-izlerini sürdürmeye devam edecektir. Rabbim hepimizi ve müslüman alemini her türlü afetlerden ve salgınlardan muhafaza buyursun(amin).


      Pandemi süreci yazılı ve görsel medyada da geniş yer tuttu. Tv lerdeki programların gündem maddeleri aşı, maske mesafe vb konulara evrildi ve bununla birlikte bazıları işinin uzmanı ancak çoğu "her işin uzmanı"! olmuş olan insanlar hayatımızda daha fazla yer kaplamaya başladı. Buralardan çıkan ve uyuşuk dimağlarda ilim süzgecinden geçirilmeyen "sözde bilgi" düşüncelerin ve algıların hammaddesi oldu ve işlenmeden kelimelere döküldü. "Bence"ler ve "Sence"ler tartışma programlarında ve sosyal medyada birbirleriyle kıyasıya yarıştı.

İlk önce yarasalar hızlı bir giris yaptı, pazarda görüldü sonra çorba tabağına girdi. Pişman olduydu amma artık insan eline düşüvermişti. Devamında;
• hasta olan insanların sokakta düşüp öldüğü, hastanelerin yetersiz kaldığı, toplu mezarların açıldığı, zorla insanların evlerine hapsedildiği haberleri herkes tarafından görüldüğü emin olasıya dek yayınların ana gündem maddesi oldu. Sonrasında birbirini desteklemeyen çelişkili açıklamalar, ilaçlar- yöntemler konusunda belirsizlik ve değişiklikler ile gündem sürekli değiştirilirken aşı ile pandeminin biteceğini inanan ve aşının bir an önce çıkmasını bekler hale gelen kitleler aslında ilk aşılarını çoktan olmuştu bile. Evet bu aşının türkçe ismi de KorkuVac idi.

        İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mü'minlerseniz, Benden korkun.(Al-i İmran Suresi, 175)

Bundan sonra işler daha basit hale gelmişti. Daha önceden yaptıklarımızı yapmamakta veya yapmadıklarımızı yapmakta pek fazla güçlük çekmiyorduk. Her akşam yayınlanan istatistiklerle de pandemi- tv,sosyal medya bağlantımızın durumu kontrol edilmeye devam ediyor, verilen tabloda ölüm - vaka oranları, hesaplamalar, yüzdelik dilimlerle ne zaman hasta olacağımızı hatta ölme ihtimalimizi istatistiksel olarak hesaplamaya başladık. Bu yazının yazıldığı tarihlerde muhacir nüfüsunu da hesaba katarak yaklaşık 90 milyonda yaklaşık 2 senede her 15 kisiden 1 kisi hasta olduğu ve her 120 hastadan bir kişi vefat ettiği görülmüş verilen bilgiler doğrultusunda.(diğer bir deyişle yaklaşık 2 bin kişiden 15 i hasta olmuş 1 kişi vefat etmiş)

      Ben burada bahsi biraz değistirmek ve asıl anlatmak istediğim şeyi öncesinde bir örnek vererek anlatmak istiyorum;

Bir zaman Allah rahmet etsin mühim bir zat kayığa binmekten korkuyordu. Onunla beraber bir akşam vakti İstanbul’dan Köprüye geldik. Kayığa binmek lâzım geldi. Araba yok. Sultan Eyüb’e gitmeye mecburuz. Israr ettim.

Dedi: “Korkuyorum; belki batacağız.”
Ona dedim: “Bu Haliç’te tahminen kaç kayık var?”
Dedi: “Belki bin var.”
Dedim: “Senede kaç kayık gark olur?”
Dedi: “Bir iki tane. Bazı sene de hiç batmaz.”
Dedim: “Sene kaç gündür?”
Dedi: “Üç yüz altmış gündür.”

Dedim: “Senin vehmine ilişen ve korkuna dokunan batmak ihtimali, üç yüz altmış bin ihtimalden birtek ihtimaldir. Böyle bir ihtimalden korkan, insan değil, hayvan da olamaz.”

Hem ona dedim: “Acaba kaç sene yaşamayı tahmin ediyorsun?”
Dedi: “Ben ihtiyarım. Belki on sene daha yaşamam ihtimali vardır.”

Dedim: “Ecel gizli olduğundan, herbir günde ölmek ihtimali var. Öyle ise, üç bin altı yüz günde hergün vefatın muhtemel. İşte, kayık gibi üç yüz binden bir ihtimal değil, belki üç binden bir ihtimalle bugün ölümün muhtemeldir. Titre ve ağla!

Pandemi sürecinde de bizim korku hissimizden faydalanan zalimleri görmek ve tanımak üzerimize vazifedir. Tabi ki kurallara uymak vatandaşlık borcumuz tedbirimizi almak ilahi bir nasihatımızdır.

Ey iman edenler, tedbirinizi alın..( Nisa süresi, 71)

Ancak gereğinden fazla korku düşünme yetimizi elimizden alır. Akıl dini islamın bize emrettiği gibi okuyacaz hak konuşup hakkı savunacağız. Binler ihtimalde bir ölümden korkup yaşantımızda büyük değişiklikler yapabiliyorsak her an ölme ihtimalimizi unutmayacaz.
Rabbim hepimize mağfiret etsin.

HASRET - İ VUSLAT


Manası neydi? Veya var mıydı acaba

Hızla akıp giden zamanın.. 

Evvelini bilmediğim , ahirini göremediğim

"Az sonra " nın  "Az önce" olduğu

Sadece ; evet sadece bir tek "an" var

İçinde olduğumu hissettiğim

...

Ziyan olurdu o an bile

Yazılmasaydı adın yedi kat göklerde

Duyulmasaydı kutlu çağrın asırlardan öte

Aldığım her nefes hava,

Dökülen gözyaşlarım ise su oldu

Ekilen hasret tohumlarına  gönül bahçemde

Lûtfeyle ! Bu aşığa vuslat gerek

Tiryakı yok bu derdin,

Sadece Sen gerek...

Vel-Leyl


 “Karanlığı ile bürüdüğü zaman geceye,
Aydınlandığı zaman gündüze,
Erkeği ve dişiyi yaratana yemin olsun ki...


Leyl Suresi’nin ilk üç ayetinde böyle yemin ediyor Yüce Allah. Geceye ve gündüze... Erkeğe ve dişiye... Kâinattaki iki zıt olaya, tasarrufu yalnız kendinde
olan iki olaya... Yüce Allah kâinattaki ve insanlardaki bu karşılıklı simetrik gerçeklerin ve durumun üstüne yemin ederek insanların çalışmasının ve gittikleri yolların çeşitli olduğunu belirtmektedir. Dolayısı ile alacakları karşılığın da çeşitli olacağını ifade etmektedir.Tasdik edip iman edenle, yalanlayıp itaat etmekten yüz çeviren aynı değildir. Her birinin bir yolu, bir akıbeti ve kendine uygun bir cezası vardır. Zaten başka bir ayette ;

“Kim zerre kadar kötülük ederse karşılığınıgörecek, yine her kim zerre kadar hayır işlerse karşılığını alacak.”

diye uyarmıyor mu?

      Ben burada sureye de isim olan “leyl” kelimesi üzerinden yola çıkarak asıl maksadımı ifade etmeye çalışacağım. Bir zamanlar beğenip ezberlediğim bir
beyit paylaşmak istiyorum. Ne kadar muvaffak olacağım okuyucuların hüsn-ü zanlarıyla alakadardır. Çünkü büyük şair Mehmet Akif’in dediği gibi;
Ne tasannu’ bilirim, çünkü ne sanatkârım...
Bilindiği gibi leyl gece, karanlık manalarını ihtiva etmektedir. Günümüzde pek kullanılmayan, anlamı  git gide unutulan bu kelime divan şairlerimiz tarafından sıkça kullanılmaktaydı. Kays’ı “mecnun” eden bu kelime bakın şair tarafından nasıl ustalıkla dile getirilmiş;

“Mecnun ile bir aşk mektebi içre okurduk
Ben Mushaf’ı hatmettim o Vel-leyli’de kaldı”

“Aşk mektebinde Mecnun ile sıra arkadaşı olmuş
birlikte okuyorduk. Eğitimin sonunda ben Mushaf’ı
(Kur’an’ı) hatmettim, ama o Leyl suresinden öteye
geçemedi; orada takılıp kaldı!..”

Zavallı Mecnun, belli ki ezber sırası Leyl (Gece) suresine gelince Leyla’yı hatırlamış ve bir daha aklını toparlayıp ezberini tamamlayamamış. Şair de âşıklığıyla
ün salmış Mecnun’la kendisini kıyas ediyor ve kendisinin ondan daha büyük âşık olduğunu söylüyor. Çünkü Kur’an’da geçen 114 sureyi kendisi ezberlemiş
ancak Mecnun Leyl’de takılı kalmış. Burada ondan daha çalışkan istekli bir talebe olduğunu söylüyor. Bir başka açıdan bakacak olursak; aşk mektebinde okurlarken Mecnun’un kendisini fani sevgiliye adadığını, hakiki sevgiliyi bulamadığını dile getiriyor. Çünkü en
büyük aşk ilahi aşktır. İşte bu yüzden de Vel-Leyl’de kalmış derken fani aşkı baki bir aşka tercih ettiğini söylüyor ve fani sevgilisi olan Leyla’da kalmış demeye getiriyor. Beytin bir başka anlamında ise şair bu sefer Mecnun’u adeta ayıplıyor. Çünkü Mushaf aydınlık demektir, yol gösterici ışık demektir, onsuz insan karanlıktadır. Kendisi Mushaf’ı hatmederek aslında doğru yolu, baki sevgiliyi bulduğunu, yolunu
O’nunla aydınlattığını belirtiyor ancak Mecnun bunu yapamamış, kendisini Leyla’da unutmuş, yani karanlıkta kalmıştır...

Yeter ki okunup idrak edilsin, gayesi bilinsin. Tek gaye O’nu hoşnut edebilmek değil midir? Allah, Leyl suresinin
son ayetinde kendisini hoşnut edenlere vereceği mükâfatı da söylüyor;

“Elbette kendisi de hoşnut olacaktır.”

Bu ne büyük bir mükâfat ve ne büyük bir nimet! Dininden hoşnut olacak, Rabbinden hoşnut olacak...Kaderinden hoşnut olacak... Nasibinden hoşnut ola-
cak... Sıkıntıda ve rahatlıkta bulduğu şeylerden hoşnut olacak. Zenginlikten ve fakirlikten, kolaylıktan
ve zorluktan, bolluktan ve darlıktan hoşnut olacaktır. Hoşnut olacak, endişeye kapılmayacaktır; sıkılmayacak, acele etmeyecek; omuzladığı yükü ağır görme-
yecek, hedefi uzak görmeyecektir. Kuşkusuz bu hoşnutluk her mükâfattan daha büyük olan en büyük mükâfattır. Bu mükâfatı ancak Allah verir. Kendisine candan ve samimi olan, kendisinden başka hiçbir kimseyi görmeyen kalplere oluk oluk akıttığı bir mükâfattır bu. 

"Elbette kendisi de hoşnut olacaktır."

 Hoşnut olacaktır, çünkü bedelini
 vermiştir. Vereceğini vermiştir.
Rabbim bütün inananları kendisinden hoşnut etsin!!