SENSİZLİK

 



SENSİZLİK 

Sensizlik esti birden süt liman sahillerde
Kasırga vurdu dingin sularına gönlümün
Dayanamadı evren, tüm mevcudat titredi
Yıldızlar isyan etti, fezadan kovuldular
Mehtap düştü, güneşle birlikte boğuldular
 
Girdaptan çıktım amma, gömdü kuma sensizlik
Apaydınlık günlerden, itti muma sensizlik
 
Seni aşamadım ki kendimi avutayım
Yokluğun kâbuslara çeviriyor rüyamı
Tarifinde zorlanır o nadide hilkatin
En efsunlu sözlerle, en kıdemli şairler
Haydi, gel ve mahşere döndür çabuk dünyamı
Ne zamandır kimseler oturmadı tahtına
Ferman gelmiyor artık, fetreti yaşıyorum
Omuzuma vurulan şu yüklere bakıpta
Beni basit bir hamal görme sakın sevgilim
Bilemezsin, içimde aşkını taşıyorum
Bir meyil-i nagehan yayılıyor içimde
Durduramıyorum bu arzuyu, incizabı
Sessizlik korkutuyor beni, sensizlik gibi
Ne yollara, ne çöle, ne dağlara, ne güle
Âşığın, Maşukadır ebedi intisabı
 
Vuslatı yasak etti şu mahruma sensizlik
Cevapta vermedi bir tek soruma sensizlik
 
Son kez baktım yoluna ufuk vardı, sen yoktun
Firkat kaderim oldu, çekildim bir köşeye
İkimize yetecek yerim oldu, gelmedin
Dolandın efkârıma, şöyle en sertinden bir
Tütün sardım, sigaram yarım oldu gelmedin
 
Girdaptan çıktım amma, gömdü kuma sensizlik
Apaydınlık günlerden, itti muma sensizlik
Vuslatı yasak etti şu mahruma sensizlik
Cevapta vermedi bir tek soruma sensizlik
ADSIZ

ADIMIZDAN ÖNCE DAVAMIZI SORACAKLAR

 



Bu sürgün hiç bu kadar ağır gelmemişti bedenime. Muazzam bir hayat telaşında kaybolup gidiyoruz, kulağımıza ezan okunduğu andan beri. Tarifi zor belki ancak tarif etmek imkansız değil çünkü aynı mayadanız hepimiz, hepimiz dünya denen bu sürgündeyiz ve muazzam bir hayat telaşında kaybolup gidiyoruz... İleriye doğru attığımız her adımda anılarımız, acılarımız, bizi biz yapan yaşantımız bir sis bulutunda kalıyor, her bir adımda daha da bilinmezliğe yürüyor insanoğlu.

Bir ah çeksek tüm ömr-ü derdimizi sığdıracağımızı sanıyoruz ancak yine dinmiyor gamımız... Tefekküre sadece 3-5 dakika ayırsak dahi algılayamıyoruz geçen zamanı; aşklar, evlilikler, doğumlar, ölümler, yeni iş, terfi, kovulma, kaygılar... Ve geçen zaman ve tükenen ömür... Bu alaca hastalığa bir çaremiz yok. Ruhumuzun yaratıldığı bilmem kaç milyar yıllık bir hasrete gebe üfleniyoruz 120. günde, hepimiz anlasakta, anlayamasakta yuva hasretiyle gam çekiyoruz bu suni ve ilelebet sürmeyecek yaşamda.

Gökyüzünün kandilleri bulutlu havalarda nasıl görünmüyorsa, yeryüzünün kandillerini de göremiyoruz göz denen bulutla bakınca, Göz perde, gamlı gönül perde, el perde, akıl perde, varlık perde... Allah'ım perdelerden perdeleri kaldıracak olan sensin, yeryüzünün halifesi olarak gönderdiğin bu insanı elbette başıboş bırakmayacak sensin. Kap doldu, kap taştı, bir yanımızda dik yamaçlardan sert akan azgın şelalelere karşı duran deli cesareti, bir yanımızda ise dingin sularla yıkanmayı bekleyen tükenmiş ömür...

Hayatın denge terazisinin ayarlarını kurcalıyoruz çoğu zaman... Ne yaparsak yapalım zaman denen kılıca eğmek zorunda kalıyoruz boynumuzu, elimizde değil. Kanımıza hükmetmek, nefesimize hükmetmek ve tüm bedenimize dahi hükmetmek elimizde değil, bedenine dahi hükmedemeyen, onun dahi sahibi olamayan insan nedir ve neden kendini ilahlaştırır? Neden geçici olan bu heva ömrü heba etmeye kalkışır, hadi nefs ahmak, şeytan mel'un, ya insan, ya akıl, ya kalp...

     İçimizde akan ırmakları taşıyor bedenimiz. Benim ve hiç kimseciklerin bilmediği; içimizde akan o ırmaklara insan nasıl ulaşır? Bir duyuş, bir dokunuş, bir fısıltı ile mi... Kalplerimizi yaralayan böylesi bir dünya, ne için yaşanmaya değer, ne için taşıyoruz cesedimizi oradan oraya, akşam vakti vecde gelip sabahları münafık uyanmak için mi tüm çabalar? Anlayamadığımız belki de anlamak istemediğimiz şu; çabamızdan önce davamızı soracaklar, ne kadar hızlı koştuğumuzu değil davamızı soracaklar, makyaj vloglarımızı değil, sosyal medya takipçi sayımızı değil, beğeni butonu çökerten postlarımızı değil, muhakkak onları da soracaklar ancak adımızdan önce davamızı soracaklar...