İÇİMİZİ YAKIYORLAR


     


       Bir işe nasıl başlayacağını karar vermeyenler o işe hiç başlayamayanlardır. İşte ben, geçen yazımdan bu yana bir değişiklik olmayan hayatımda, bu yazıya nasıl başlanacağını aslında nasıl başlanamazı anlatarak başlamak istedim, gecenin dört çeyreğinde...

      İkinci paragrafımı da ikinciye nasıl başlanamazı anlatarak başlamak isterdim belki ama 3, 4, 5... diye giderken kısır döngüye girmekten korkuyorum :) Güldüğüme bakmayın siz mesele mühim dostlar, toplanın hele. İçimizde yangın var.

       İçimizde yangın var, bunu yakan onlar, el bebek gül bebek büyüten ise bizler... Ben güzelce yazmayı bilmem, yeri gelir noktalama işaretlerini doğru kullanamam, her konuda fikir sahibi olamam ama iş yangına gelince iyi yanarım! En az bir davası olan insan gibi, Filistin'de evladını toprağa veren anne gibi, sosyalleşme adına gevşeyen neslimize yananlar gibi yanarım.

      İlmek ilmek örülen, perçin perçin kenetlenen, adeta bu coğrafyanın tüm kaderini değiştirecek olan örf, adet ve ahlak hırkamızı yıllardır üzerimizden çıkartıp bizi çırılçıplak, savunmasız bırakmaya çalışanlara da veyl olsun. Medeniyetler beşiği dediğimiz bu coğrafyada kilisesinden havrasına, sinagogundan cemevine yüzyıllardır dokunmayıp, tabiri caizse kimsenin tavuğuna pişt dahi dememenin huzurunu yaşıyorken, nedense bizim tavuklarımızı şişe takıp bize servis etmeleri bir yana yine bizim afiyetle yedikten sonra kabarık bir hesap ödemeye itenlere de veyl olsun.

      Merhum Mehmet Akif Ersoy'un şiirinde geçen ''Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli, ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli''dizelerini bize çok iyi ezberletip anlamını aşılamadıkları günden beri, adamlar bize ezan okunurken müzik dinlemeyi, televizyonu kapatmamayı, yatmayı, ayak ayak üzerine atmayı öyle de güzel öğretmişler ki ezana hürmeti, saygıyı, sanki 40 yıllık evliliklerin tek celsede boşanmaları gibi unutuvermişiz.

     Okumayı sevmeyen kişi kendi neslinin felâketidir, tarihini bilmeyen kişi ise gelecek nesillerin başına beladır. Hepimiz yakın zamanda yaşadık ve gördük ki  "Muhteşem Yüzyıl" adlı bir belayı başımıza musallat ettik. Bakın dostlar musallat ettik diyorum çünkü reyting rekorları kırdıran yine bizlerdik. Konuya fazla girmek istemiyorum çünkü bu meseleler başlı başına bir yazı sebebidir. Sadece şunu demek istiyorum ki o dizide gösterilen kişiler bizim atalarımız değil, diziyi çekenlerin kokuşmuş zihniyetlerinin bir tezahürüdür.

     Trajikomik olan şu ki bozuk olanımız dahi toplumun düzelmesini istiyor. Dizilerin yüzde yüzünü, magazinin yüzde binini hayatımızdan çıkartmadıkça ahlak olarak çöküşümüzün farkına dahi varamayacağız ve yıllar sonra bizde olan hazineyi nasıl yitirdiğimizin farkına varıp kafamızı duvarlara vura vura helak olacağız. Benden daha az seveni ve daha fazla tanıyanı olan birinin, sırf tanınıyor diye ''ünlü'' sıfatı altında yaptığı ahlaksızlığı magazin adına pazarlamaya çalıştıklarında hırsımdan ağlayacak gibi oluyorum. Evet az seveni dedim çünkü beni sevenler bir hatada en büyük düşmanım olmazlar...

     Her zaman diyorum ve yılmadan diyeceğim. Kendi evlatlarımızdan başlayarak gelecek nesilleri bir dert, bir dava uğruna yetiştirmek zorundayız. Zorundayız diyorum çünkü her fırsatta değerlerimiz aşağılanıyor ve ne yazık ki neslimiz bunun farkında bile değil. Kusuruma bakmayın dostlar bazı şeylerin idrakine vardığım günden beri yanıyor içim, söndüremiyorum. Bu dertle yaşamak, bu dertle ölmek bile güzel. Kalın sağlıcakla,dertle,davayla :).


     



BİR ŞİİR - 2

                                         


   

           





                                         Analiz eder başlarım adımlarım öncesinde

                                         Balyoz alıp neşter indir kalbin hasret hücresine

                                         Uçurtmalar uçururum gönlün kurak tepesinde

                                         Bir hayalim var ki sorma hayalimin tam içinde


                                         Küflü kalbim bir aşk taşır gelir Diyar-ı Durak'tan

                                         Ben bir esir kıvılcımım seni aşkla yakamam

                                         Hiç harama bulaşmadan ve hiç yalana dolaşmadan

                                         Tepemize nur örmeye gelirdi Yâr Durak'tan


                                         Hayalim bir nur ummana dalar dalar çıkarda

                                         Seni andığım her anda ellerim hep semada

                                         Hasretin de kement atar kıldan ince boynuma

                                         Dizelerimde bağ kalmaz bağım bahçem sen ol da


                                         Kalbe bir zafiyet gibi hiç düşünmez düşersin

                                         Bu gönülden gülüşüme peki ya sen ne dersin?

                                         Kutuplarda buzadam çölde gibi yanarmış

                                         Kalp yanarda buharı gözden suyla çıkarmış


                                        Geçmişimle kavgalıyım derim ben hep pişmanım

                                        Gayba ümit ediyorum sendedir de dermanım

                                        Vazgeçilmez ısrarımla aşkına tiryakiyim

                                        Vurgun yerim mecazlardan ifademde gizliyim


                                        Ben mücevher âmâsı renk cümbüşü gizlerim

                                        Az bulunur ender olanı Padişah'tan isterim

                                        Ahir zaman pisliğinden nazargâhı arındır

                                        Emin ol ki gaybi yârim gönlüm sensiz tam takır


                                       Birden gelip umarsızca kalp ayağa kaltığında

                                       Yüzünde göz izi vardı o yüzüne baktığımda

                                       Pire için yorganları ateşlere vermeliydin

                                       Beyazın bin tonu varsa en pakıyla gelmeliydin

                                                                                                                       11/01/2014




GÖKYÜZÜNÜ SEYREYLE

     Bu gün sizlerle serisini yapmayı düşündüğüm ''Bir şiir''  yazımın ikinci şiirini paylaşacaktım. Fakat hava çok güzel, bizler de hüzünlüyüz her daim, o sebepten dolayı birlikte gökyüzünü seyir edelim mi?
 
     İnsan bazen veya çoğu zaman bahaneler aramalı sevdikleri için ve bahaneler bulmalı sevdiği şeyler için. Ben gökyüzünü izlemeyi severim, bugün de bir bahanem var ''hava güzel'' :))...
 
     Burası Dünya!! Herkes gökyüzünü kendisinin sanıyor. İnsanoğlu öyle bir varlıktır ki bazen, tapulayıp parselleyebilseydi gökyüzünü, eminim ki kiraya verirdi izlememiz için... Sahip olma duygusu, elde etme dürtüsü, bunlar çok komik geliyor bana. Böyle durumlarda iken Aziz Mahmut Hüdayi hz.' nin bir şiirini mırıldanmadan da edemiyorum ''Ne verdinse o dahi nemiz var.''  Sahi dostlar dahi nemiz var? Haydi gidelim desek yine O'nun(c.c.) çağırmasını bekleyeceğiz. Haydi gidelim demeye dahi O'nun(c.c.) konuşma fiiliyatını yaratmasına muhtacız. Sahip olduğumuzu sandıklarımızı gözden geçirme zamanı gelmişte geçiyordur belki de.

      Kendini gökyüzü gibi görenlere rahmet olsun, niceleri toprak altında. Ölmeden önce ölenler, toprak gibi olanlar ise asıl vatanında. Kuşlar yerde iken gurbettedir, bizler ise gökyüzünde... Yani diyeceğim o ki aziz dostlar, kendimizi çok görmemek lazım. Biz neyiz ve kimiz ki başkasında kusur arıyoruz, çam gövdesiyiz desek bile çıra gibi yanıyoruz. Bir nefesiz her birimiz, verip alamadığımız...

        Gökyüzünü seyreyleyin bu nimet bedava!! Tefekkür edersek artı dönüşü bile var. Düşünsenize dostlar dağa, taşa, ağaca, kupkuru toprağa bakıyorsun da tefekkür edersen senin olmayan bir şeyden sevap kazanıyorsun. Onlar bile emir altında mesela bir yaprak Allah(c.c.) "Kıpırda" emrini vermese kıpırdayacak değil. Azameti ve yüceliği sonsuz olan Allah'a şükürler olsun.

         İşte şu toprak! Üşür mü bir rüzgarla? Şu dağ, şu taş üşürler mi dersin? Elbette üşürler fakat ''üşü'' emrini beklemekten başka çareleri yok. Vücudumuzdaki her zerre biz haberdar olmadan  bir ''üşü'' ve ''yan'' emri altındadır. Rabbim dilediğini üşütür, dilediğini yakar. Ben bilmem....  

İNCİNİYOR HATIRAM

Size de oluyor mu bazen? Yükseklere çıkarttıkça beklentinizi, karşılığını alamadığınız vakit bir incinme yaşıyor musunuz? Onlarca saat çalışıp emek verdiğiniz bir işi, karşı tarafın beğenisine sunduğunuzda bir kerecik bile yüz ekşitmesi sizi de incitmiyor mu? Peki bir fikre, yaşam hakkına veya bir davaya yapılan gayr-i ahlâkî durumlardan inciniyor musunuz?

   Yeryüzü, Baba Adem (a.s.)'dan bu yana bir dava uğruna yanıp tutuşuyor. Nesillerdir hayatımızda olan iyi-kötü çatışması kimi zaman bir olayın etrafında takınılan tavırlar ile tüm dünya insanlığında, çoğu zaman yapılan sinema filmlerinde ve dizilerde, kimi zaman ise içimizde kendi hesaplaşmamız ile çatışmaya düştüğümüz bu kavgalar ilk olarak Kabil'in Habil'i öldürmesiyle başladığını hepimiz biliyoruz. Fakat çoğumuzun nereden geldiğini anlam veremediği bir şey daha var. İçimizdeki bu sızı...

   İçimdeki bu sızı beni ziyadesi ile incitse de ben daha çok Baba Adem(a.s.)'ın incinmesine inciniyorum.  Arakan'da, evladı bir köşede, kendi bir köşede ayrı ayrı işkence gören bir anne ümmeti bekliyor ve nasıl inciniyorsa, Doğu Türkistan 'da kardeşlerimiz zulme uğramaktan ziyade bizim sessiz kalışımıza inciniyorsa, Filistin'de can kardeşlerimiz kendi vatanlarında sığınmacı muamelesi görüyor ve bizim onları izlememize şaşırarak inciniyorlarsa, Selahaddin Eyyubi'ye rahmet okur işte bende öyle incinirim. Azerbeycan'da gardaşlarımız  Hocalı Katliamından bu yana daha da bir inciniyorlarsa, bende Türkiye'de Türk'üm diye dolaşıp bundan bi haber gençliğe bakıp öyle incinirim. Hemen hemen aynı yıllarda Bosna'da canlarımız Srebrenista Soykırımında ''Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?'' sorusuna muhatap annemiz başını öne eğip gözyaşları ile nasıl inciniyorsa, hala Türk ve Müslüman devletlerini ''BİR'' görmeyip, ''ama onlar şöyle, onlar böyle, onlar bizden çok farklı'' diyen andavalları görür, başım önde incinirim...
    
   Bir kez daha ve bir kez daha, hatta defalarca kez insan olduğumuzu unutmayıp bu ''iyi-kötü'' çatışmasının bizden önce bitmediğini ve bizden sonra da bitmeyecek olduğunu iyi bilmeliyiz dostlar. Özümüzü unuttuğumuz an, dünya üzerinde yaşayan ölüler gibi dolaşırız ve insan ancak merhameti varsa insandır, fikir, kabiliyet, güç çok çok sonraları gerekir. Bu savaşın üç tarafı var. İyi, kötü ve olanları izleyenler yani gerçek kötüler. Gelin, biz insan olalım ve insan kalalım. İncinmesin hatıralar...















YEDİ GÜZEL ADAM

    Son zamanlarda ne hikmetse içimde sürekli bir sorunun doğurduğu bir konu var. Yürürken, otururken ve bazen de konuşurken aklımın bir köşesinde, kalbime gelip gelip giden ve beni uzun uzadıya düşündüren, hayaller kurduran, belki de artık bu konuyu da yazmam gerektiğini düşündüren bir soru. 40 yıl öncesinin gençleri yaşadıkları dönemin 7 güzel adamına müracaat ediyorlar, fikirlerini alıyorlar, davalarının ucundan tutuyorlardı. Peki biz, kendi çağımızda hangi 7 güzel adamlara gideceğiz, kimlere müracaat edeceğiz? 

    İşte soru buydu dostlar. Bu soruya cevap bulmak için belki de yazmam gerekiyordu, bende öyle yaptım. Cevabı bulur muyum bulamaz mıyım, ben bilmem ama bildiğimi tahmin ettiğim bir şey var. Allah zamanını (en azından benim bilmediğim) bizim bilmediğimiz dönemlerde bir  müctehid, kutup, gavs gönderiyorsa işte böyle belirli dönemler içerisinde yedi güzel adamlar da gönderir. Herkesin mutlaka hayatının belirli dönemlerinde bu adamlar yön vermiş, düzen oluşturmuş ve tüm kepazeliğe inat edercesine inandığı davayı, olması gereken veya buralarda da olmaz kardeşim dediğimiz platformlarda anlatmaya çalışmışlardır. Peki her zaman başarılı olmuşlar mıdır? Bu hiç önemli değil ve hiç te önemli olmaması gerekir. 
   Bakın dostlar, canım dostlar, aziz dostlar, bir babanın evladına nasihat etmesiyle önemli kararlar aldırıp hayatına yön verdiği durumlardan bahsetmiyorum bilakis bir davadan bahsediyorum, islam davasından.

  Sizlere hemen aşağıda onlar ile aynı dönemi geç de olsa  yakaladığım güzel adamlar bırakıyorum ve bu listeyi belki de yaşayan yüzlerce güzel adamı temsilen yazıyorum. Onlar bir güzel uğruna güzelleştiler, bir güzelle ola ola güzelleştiler. Bizim tesellimiz ise güzel olamasak da güzelleri sevenleri sevmektir ancak.

Nurullah Genç
Bekir Develi
Serdar Tuncer
Dursun Ali Erzincanlı
Hayati İnanç
Yusuf Kaplan
Mehmet Yurtbay

  Kiminin listesinde işte bu yukarıdaki güzel adamlar varken, kimilerinde ise tamamen güzelliklerden uzak, dava şuuruna zıt veya ihanet edenler dahi olabilir. Herkesin düşünce yapısına, yaşam tarzına ve inandığı davaya göre güzel adamları farklıdır dostlar. Fakat herkesin güzel adamları farklı diye güzelleşmez listedekiler. Onlar zaten listelerde olmasalar dahi güzeldir, en doğrusunu Allah bilir vesselam.

 Listemizin akabinde dava sahibi insanların gönüllerinde yer etmiş tescilli 7 güzel adamı da paylaşmak istiyorum. Selam olsun her birine...

   Hayat bazen karmakarışık olabilir, içinden çıkılmayan anlarda herkes Allah'a yönelir. İşte bu yönelmeyi hatırlatan güzel adamlar güzeldir. Rüzgâr bazen saçını düzelttiğin an çıkıverir meydana, yine karmakarışık olur her yerin fakat dava sahibi bir mümin gerektiğinde saçını traş etmeyi de bilir başını vermeyi de...

  Hayat kısa, yaşam çok uzundur, öldükten sonra da devam eder... Sizler de yorumlar kısmına güzel adamlarınızı bizimle paylaşıp farklı güzellikleri yakalamamıza katkıda bulunabilirsiniz, yazalım güzelleşelim.. Kalın sağlıcakla...
    

BULUTLAR ÖZGÜR DEĞİL


     Bu fotoğrafı evimin balkonunda bulutları izlerken bir akşamüzeri çekmiştim. Parça parça o bulutların nasıl bir nizamda ve düzende olduğunu fark ettiğim an beni içine içine çekti manzarası. Güneş ve bulutlar ayrılmak istemiyordu sanki, bulutlar mı güneşi bırakmadı, güneş mi onlardan ayrılmak istemedi, ben bilmem... Uzun bir sürece bir dargın bir barışık devam ettiler ve sonunda malum son gerçekleşti tabi.
    

     Sonrası benim için ilginç, sonrası benim için klasikti işte, oturduğum salıncakta şöyle bir yaslandım ve bir türkü çığırdım henüz körpe olan geceye, onca yıldan sonra bir sigara yaktım ellerim titreye titreye, sigara dumanından buğulu gözlerimi diktim tam güneşin battığı yere... Biliyorum, şu an beni tanıyanların gözleri yaşlı. :) Tamam yahu itiraf ediyorum, sesim çok kötü, sigara da kullanmadım asla ama salıncağa yaslandığım bu fotoğraf kadar doğru, türküyü de sesi güzel birinden açtım, izledim bulutları, izledim ve izledim...

    Bulutlar özgür değil!! Tıpkı bizim gibiler. Önce parça parçalar gönül dünyamız gibi ama hepsi bir güneşe özlem duyuyor sanki, işte buna "aşk" diyoruz. Onları savuran rüzgar işte kader çizgimiz, yağmur bulut sulbünden ve açan çiçekler dahi hep bizlere benziyor. İki bulut arasında kavga var biz ona şimşek diyoruz, acaba onlar da bizim kavgalarımıza bakıp hayret ediyorlar mı? Bizim kavgamız sessiz sedasız en çok da ekmek içindir. Gökyüzü bir kafes, onlara bile, yine rüzgar savuruyor gülüyorlar bile bile...

ALLAH BİR(mi)DİR?

        İnsan, yeryüzünde eşi benzeri bulunmayacak derecede duygu değişimlerini çok hızlı yaşayan bir varlıktır, başımıza bir musibet geldiği vakit ''Allah var gam yok'' diye fiyaka satarız fakat bir süre sonra depresyondayım unutuldum... şarkısını dinlerken buluruz kendimizi. Ne değişir halbuki geçen zamanda.

  Allah? Var ve var olacaktır.
  Gam?  Değişti
  Biz? ...
   
        Sahi biz ne çabuk değiştik sevgili dostlar? Kedi,köpek bile yeni bir ortama girdiğinde etrafı tanımaya çalışır gezer,koklar,bölgesini işaretler ve sahiplenir. Peki biz İslam'ı anlama, Allah'ı tanıma noktasında hangi kırmızı çizgilerimizin bölgesini işaretliyoruz? Tabiri caizse gün içerisinde farkında olmadan neleri kendimize ilah ediniyoruz.

        Güç,para,iş,kadın,erkek,çocuk,ev,araba işte bu gibi şeyler gönlümüzde yer ettikçe, yâr oldukça, sabah namazına kalkamadığımız vakit ''Uyan ey gözlerim gafletten uyan'' sözlerini biz yazarmışcasına ağır bir pişmanlık duymak yerine "kazasını kılarız ya" demekten ileri gidemiyoruz.

       Ömürlerinin her deminde Allah'ı kalbinden,dilinden ve tüm yaşamından çıkartmamış ecdadın, güç,para,mal ve mülk içerisinde Allah'ı bulmaya çalışan torunları olarak acaba bu kadar dünyalık içerisinde arayı arayı nasıl bulacağız?.. Şöyle bir derviş edasıyla tüm dünyayı elimizin tersiye itip hiç çalışmayacak mıyız yoksa bir lokma bir hırka mı yaşayacağız? Durun durun ''Evlat ticaret yap,çok para kazan fakat parayı kalbine değil cebine koy'' diyen bir baba sözüyle müdahale etmek istiyorum hayata ve hayatın bir özü de budur aslında.

       Şunu bilmeliyiz ki dostlar, gönüllere girmedikçe büyük günahları engelleyemeyiz. İnanana da inanmayana da tenkit ile değil merhamet nazarıyla bakmak zorundayız, kibir ile değil tevazu elbisesi ile karşılamalıyız çünkü biz günahkara değil günaha düşmanız. Allah birdir bazılarımız şaşı ve hasta da biziz doktorda.

FARKINDA MIYIZ?

     Hayat denen maratonda bir koşucudur insan, hep hızlı,en hızlı ve en en en hızlısı olmak ister fakat bu yarışın sonunda kazananın ilk gelen değil de yolda bir çok şey biriktiren olduğunun farkına varmaz.
   
     Kimimiz yarışın ortasında ''Yaş otuzbeş yolun yarısı eder'' diyen bir şairin şiiriyle farkına varırız yaşamanın, kimimiz farkında olduğunda çok geç kalmışızdır, kimimiz de henüz yarış başlamadan farkındadır her şeyin ''Ölen hayvan imiş aşıklar ölmez'' diye diye ağır adımlarda biriktirirler dostlukları,aşkları ve hayatı. Sonra bizler onlar için deriz ki ''İyi adamlar iyi atlara bindiler ve gittiler''...
 
     Biriktirmek güzeldir dostları kalbimizde,birikmekte güzeldir bir dostunun kalbinde,mesele mühim,meselemiz çok mühimdir dostlar. Yola çıktık hepimiz,gidiyoruz sona doğru, beden yaşına göre kimimiz ortasında hayatın,kimimiz başında,kimimiz de sona yaklaştığını düşünüyorsa,yalnız beden yaşına göre bunu düşünüyorsa yanılıyor derim ben çünkü farkına vardığımız an, işte o an başlıyor hayat bizim için.

Peki biz neyin ne kadar farkındayız? Hepimiz (en başta da ben) gönül terazisinde bir tartalım kendimizi,bakalım farkında olduğumuzun farkında mıyız?...  Uçan kuşu,gün batımını,mutlu bir insanı,masmavi gökyüzünü herkes fark eder, peki farkında mıyız? Kanadı kırık kuşların,yetim kalmış çocukların,boynu bükük babaların?
 
     Hayat kısa ve kuşlar uçuyor. İşte bak cılız bir kuş sesi bile kulaklarımıza ulaşmak için delmeye yetiyor kapalı kapıları. Bir şeyler anlatıyor biz iri cüsseli insanlara,farkında mıyız?
   
     İşte bak elimizle durdurmaya güç yetirdiğimiz saat, tik tak tik tak nakış gibi işliyor zamanı,bize verilen şu elbise kırışıyor geçtikçe zaman, farkında mıyız?

   Oysa insan, her zaman geç kalır her şeye. Hep daha iyisini istediği içindir tüm iyileri kaybettiği. Yaşamanın kıymetini dahi orta yaşlarda fark ederiz. Halbuki yakalayabilseydik zamanı en başında, çocukluğumuzdan bahsettiğimiz an olgunlaştığımızı ve gençliğimizden bahsettiğimiz an yaşlandığımızı anlardık...
  Hey gidi geçmiş!!!... Sen ne güzel şeydin ama.



BİR ŞİİR


Titriyor dudaklarım,ellerim ve ayaklarım
Sana olan özlemimden süregelir, Hasreta
Kulağımda Kur'an sesi,ayetler ve hadisler
Ruhumu çeker durur sana doğru Hasreta

Zaman hasret düşmanı, heybemde hibelerim
Kal'u bela'dan beri yanıyorum Hasreta
Kafam baş aşağı yaralı sinelerim
Bilmem sana layık, olur muyum Hasreta?

Celladına aşıklar gibi ölüme giderken bile
Ben sana kavuşmayı düşünürüm Hasreta
Günahın kucağında oynarken bile bile
Bir tövbeye umudumu bağlıyorum Hasreta

Gökyüzünü izliyorum bir ufkun şafağında
Bulutları sürüyor rüzgar denen şu çoban
Bekareti bozulmayan körpe gece ardında
Sana kavuşamamak var yine senin korkundan

Karanlıklar durun! Gelmeyin üzerime
En şiddetli darbe ile parçalanır ruhum
Binmeyin ölüm denen şu atın terkisine
Seni tanıyamadan Sana varmasın ruhum

Yaşamak yüzümde acı bir gülümseme
Ölmek, ölümden önce ölmek için
Can benimmiş gibi aciz bir benimseme
Ah Hasreta, şu son nefes senin için...

SARS,MERS,COVİD19= CORONA

    Tarihe ve tarih öncesi kronolojilere şöyle bir bakarsak taa Baba Adem(a.s.)'dan bu yana insanlık bireysel ve toplumsal olarak türlü türlü imtihanlarla sınanmıştır ve sınanmaya devam edecektir.Bu imtihanlar, yeri gelmiş yüzler,binler hatta milyonlara varan ölüm oranlarıyla karşılamış insanları fakat şöyle geniş bir perspektiften bakacak olursak imtihanları kazananlar hep sabredenler ve tevekkül edenler olmuştur.
   


   Zaten internet ortamında yüzlerce teknik bilgi bulunan bu virüsler hakkında biraz daha detaya girmeden yüzeysel bir şekilde Corona ailesi ile ilgili bildiklerimi anlatmaya çalışacağım.
Covid-19 mikroskobik görüntüsü

    İlk Coronavirüs salgını 1961 yılında baş göstermiş fakat tam olarak teşhisi konulamamışken tekrardan insanlığa merhaba! diyen bu virüsün tanısı 1996 yılında konulabilmiştir ancak.

   Sars(Şiddetli Üst Solunum Sendromu) ilk olarak bu salgın 2003 yılında Çin'de ortaya çıkmış ve bu kez gerçekten yarasadan bulaşmıştır. Ölüm oranı %9,3 ile %11 arasında olan sars virüsü Şubat ve Haziran ayları arasında (Ülkemiz hariç) 8 ülkede görülmüş ve bulaştığı 8455 kişinin 790'ını öldürmüştür.

    Mers(Orta Doğu Solunum Sendromu) bu aileye ait teşhis edilebilen ilk salgından dokuz yıl sonra ortaya çıkan bu virüs adından da anlayacağımız üzere orta doğuda meydana çıkıyor ve bir deveden bulaşıyor insanlara. Bu iki virüsün aşısı henüz günümüzde dahi bulunamamış olup destekleyici tedavi yöntemleri ile atlatılmaya çalışılmaktadır.

    Covid-19(Korona Virüs Salgını-2019) İlk teşhisi 2019 Aralık ayında konulduğu için adının sonuna 19 rakamı gelmektedir. Son zamanarda her yerde adını sıkça duyduğumuz bu virüs Corona ailesinin hayvandan insana geçip insan üzerinde yaşamayı başaran virüslerinden birisi olup günümüzde halen bizlerin üzerinde korku imparatorluğu sürdürmektedir. Ölüm oranı yaş yükseldikçe %10'lara kadar çıkmaktadır ve evrenseldir.

   
        Hayvanların yaklaşık %90'ında zaten bulunan bu 500 kişilik Corona ailesinden 6 üye bizlerde tutunmayı başarmış ve birçoğumuzun bedenini de yılda en az iki kez ziyaret etmiştir. Yani en az yılda 2 kez corona virüsüne yakalanıyoruz da biz adına nezle veya şifayı kaptık diyoruz :) Nasıl yani ? Şöyle ki bizleri nezle eden yine Corona ailesine mensup virüslerden biri insanlara geçtiği vakit boğazdan aşağı inecek kadar fonksiyonel olamadığından dolayı orada kalır ateş,ağrı,akıntı gibi belirtilerle bizleri hasta ederdi ve küçük bi tedavi ile bunların üstesinden gelirdik. Ancak Sars,Mers ve Covid-19 dediğimiz corona ailesinin üç ferdi bunu başardı ve boğazdan ciğerlere inip ölüm riskimizi arttırdı.

  UYARI/YORUM

      Ben Çin bağlantıları olan bir firmada çalışıyorum, henüz Ülkemizde bu virüs haberlerin manşetlerine konu olmadan bizlere böyle bir salgının başladığı haberi geldi. Doğruyu söylemek gerekirse kişisel araştırmalarım neticesinde bu virüsün Çin devletinde kalacağını yada birkaç komşu devlete sıçrayacağını tahmin etmiştim fakat ülkemize gelme ihtimaline karşı ''bu virüs yayılsa yayılsa bana bir şey olmaz diyen gerizekalılar yüzünden yayılır'' demiştim ve sanırım maalesef ki haklı da çıkıyorum. Ne yapacağız ? Her şeyden önce Devletimize güveneceğiz,tedbiri elden bırakmayacağız,bana bir şey olmaz asla demeyeceğiz. Hepimiz eminim ki yaşamayı ve yaşatmayı seviyoruz.Gün içerisinde önem vermediğimiz tokalaşmak gibi bir çok şeye hasret kalacağız, bir çok şeyin değerini anlayacağız belki fakat en sonunda ayrı bir özlemle kavuşacağız az sabır dostlar az sabır... Sizler için Sağlık bakanlığının 14 gün kuralını sayfa sonuna bırakıyorum,tedbiri elden bırakmayın,sağlıcakla kalın...























BİSMİLLAH

     

 Bismillahirrahmanirrahim, sözlerin en doğrusuyla cümlelerime başlamak isterim ki eğri konuşmaya cüret etmeyeyim diye çoğu zaman böyle yapmaya gayret ederim açıkçası.

     Şu blog işine uzun zamandır uzaktanda olsa meraklıydım fakat bu tip ortamlar bana biraz karışık geliyordu. Benim tarzım kurşun kalem,silgi,kağıt üçgeninden başlayarak kendi halimde takılmaktı ancak biraz göz ucuyla biraz kulak kabartarak e biraz da canım isteyerek bulunmak istemişliğim vardır bu mahallede ki akşamına karar verip sabaha caydığım çok olmuştur.

     Geçenlerde laf arasında bir ağabeyim Allah-u Teala elest bezminde ''Elestü bi Rabbiküm" hitabını yapmak üzere ruhlarımızı kâlu belâ'da topladığı vakit yüzleri birbirine dönük ruhlar dünyada ünsiyet kurarlar ve anlaşırlar, sırtları birbirine dönük olanlar ise dünyada anlaşamazlar" demişti de çok ilgincime gitmişti. İşte tee oralardan yüzü yüzüme dönük bir dostum geçen gece otururken içimdeki ''şu mahalleye bir göz atayım'' hissini uyandırdı da o geceden beridir uyutamıyorum :) Öyle mi böyle mi derken bir blogspot hesabı açmıştık bile çoktan fakat o günden bu yana cesaret edememiştim yazmaya ki kısmet bugüneymiş.

    Bu blogta neler olacak diye sorarsanız, size sadece ''içimden gelenler'' desem bu kısa açıklama ile bencillik etmiş olmam sanırım. İnsan kainattan bir cüzdür elbette o yüzden her şeyden bahsetmek istercesine şu ön tanışma yazımı şöyle başa koyalım.

     Adım Mehmet mahlasım Muharrir, ben de insan olmaya çalışanlardanım. Yaşamanın başka şey hayatta olmanın başka şey olduğunu bilenlerden hani, artık ben de inşaallah buralardayım,bizim mahallede...