GÜN AĞARINCA TEVAZUSU KAYBOLUR GÜZELİN




      Eve hiç şarkıyla giren adamlar olmadık çok şükür, ne şiirlere konu ettik güzelliğini, ne de yazılara... Gün, en saklı kalmayacak biçimde ağardığında evliyaydık hepimiz, gece teheccüd vakitlerinde battık günahlara her daim, sabahı kan, öğlesi kan, akşamı kan dolu bir boğaz ile dolaştık asırlardır. Uyku bazen en büyük günahıdır insanın, nefs bazen en büyük düşmanıdır, onu dizginleyene dek. Sahi nasıl dizginlenir nefs, kim öğretir onu yola getirmeyi? 

      Gece her zerrenin üzerini eşit biçimde örter meydana geldiğinde; ya dertliler? Dertliler biraz daha nasiplidir geceden, gündüzden nasipleri olmadığı gibi. Dert nedir, derman ne? Sevgili kim, aşk nedir? Üstad nedir, Gavs ne? İrili ufaklı bir yığın soru gönül denen şuracığın üzerinde.

     ‘’Anam babam sana feda olsun Ya Rasulallah'' diye; efeler gibi naralar atası var meydanlarda o ciğersiz nefsin. Anana babana Allah afiyet versin, gel sabah namazına camiye gidelim, gel bir yetim başı okşayalım ama kimse bilmesin seni, gel Allah’ı tanıyalım,,. Çık şu kalıplaşmış içi boşalan laflardan, in derine, derine, derine ve derine doğru… 

      Derinlerde saklanır en ulvi hazineler, ben müslümanım diyen bir ferdin sadece beş vakit namazla yetindiğini görmek çıldırtmaya yetiriyor insanı. Kimin kulu, kimin ümmeti olduğumuzun farkına varmadan yaşamadık mı yıllardır? Biz ateşlere atıldığı vakit gül bahçesine dönen İbrahim peygamberin neslinden, ayı işaret parmağıyla ortadan ikiye bölen biricik Peygamberimizin ümmetiyiz. En önemlisi de hiçbir şeyden  zerre gafil olmayan ve asla olmayacak olan, bizi bizden daha iyi tanıyan, merhametlilerin en merhametlisi ve O'nu anlatmaya her zaman aciz kaldığım ve kalacağım biricik Rabbimizin kuluyuz. Kalk ve ayağa dikil!! Şimdi tevbe-i nasuhun tam zamanı...

      Salkımların kıyısından başlar ölümün esintisi, öyle bir yürek ki O; binlerce yüreği barındırır gölgesinde. İnsanı maymun eden uslanmaz o nefsidir an be an. Ne zaman hayata dair iki kelam etmeye yeltensem, suratıma tokadını aşk eder nakkaş. Yanağımın kırmızısı tokattan değil, utançtandır çoğu zaman. Böyle merhametli bir Rabb’e kulluk edemeyişimin utancından. Zoraki gülüşmeler tutar sokakların köşe başlarını, istenmediğim yerlerde durmak üç yaşında bir çocuğun bininci defa boğazıma çökmesiyle eşdeğer, zevksiz bir oyuna denk benim için.

      Gün ağarınca tevâzusu kaybolur güzelin ve başlar günah curcunası. Bir sevabın peşine üç günaha koştu mümin, bozulmadan hemen önce. Bağrımda taşıdığım çiçek değil, dal değil, göğsümün göğünde uçan kuş değil, arı değil, kavganın tam ortasında patlayan silah gibi, sıkılan bir kurşun gibi bu sevda… Sadece kuşlar değil köpeklerde bilsin sevdamızı çünkü 1400 yıllık çınar gövdesini terkisine bindirmiş aşk, canlar satılası o pazara sürüyor atını…

MANOLYA

 




 MANOLYA

Acı bir eyvah çınlatır geceyi

Ne kaldırımda sızan ayyaş duyar

Nede vecd halindeki derviş duyar

Acı bir eyvah anlatır geceyi

Istırap, ilah eli değmiş gibi

Detaylıca işlenmiş ve kusursuz

Ruhum çiçeğin elindeymiş gibi

Üflense uçacak… Öyle huzursuz

 

 

Doğmak için neyi bekliyor güneş

Titriyorlar güvercinler kuytuda

Hürriyet birazcık daha uykuda

Ve doğmak için emekliyor güneş

Şafak sökerken dökülür incisi

Öper manolyanın yanaklarından

Bana düştü sevdanın en kincisi

Kurtulamadım hiç parmaklarından

 

 

Meraklı bir çocuk gibi izlerim

Buluta gizlenir utanır mehtap

Sakınma benden, aydınlık isterim

Yüzüme vurulunca tanır mehtap

Öyle ki yakamozlar yalancıdır

İstemem, kandırılmak hep acıdır

Bir gün ıstırap telleri alıpta

Bitse bile… İzleri kalıcıdır

 

 ATSIZ ASKER