BU MEL'UN DÜNYADA...





      Avuç içlerimden hatıralar süzülüyor bugünlerde şehrin gece yarılarına. Gönlümün zindanlarından iniltiler geliyor, susturamıyorum. İçimde akan ırmakların ab-ı hayat vermesi gerekirken boğmaca gibi çöküyor boğazıma her bir su damlası. Evet hayat bu işte, bu işte değer verdiğimiz üç kuruşluk boktan hayatımız. Şükretmeye değecek fakat şikayet edecek kadar kıymeti olmayan bu hayatta, 90 yıllık ömürlerimize sığdırmaya çalışıyoruz cümle hezeyanı. Düğün günü terk edilmiş bir gelinin, olanca hırsıyla tüm çeyizini ateşe verdiği gibi veriyoruz ateşe kendimizi. Hayat bu işte! Gez, toz, eğlen, sen deli misin, bir kez geldiğin bu hayatı hesabı yokmuş gibi yaşa diyor o ciğersiz nefsim. Bunu da öldüremedik yıllardır...

      Toprağın altına sevdiklerini sırladıktan sonra, yeryüzüne abdestsiz basmaya haya eden insanlar tanıdıkça kendimi sorgular buluyorum senelerdir. Sırf zeytin hakkında ayet-i kerime var diye, zeytine çatal batırmama hassasiyetini gösteren insanla karşılaştırmaya utanıyorum insanlığımı... Bir gün toprak olacak cesetlerimizi kokmasın diye yedirip, içirip, gezdirdikten sonra, hesap ve bir sonu yokmuş gibi olan davranışlarımı izliyorum aynalarda; paramparça aynalar da...

       Göremiyorum nefsin perdelediği içimdeki o gerçeği asırlardır. Hesap gününün dehşetini düşündükçe titriyor bedenimdeki her zerre anbean. Yıkıldığında bir daha asla göğü göremeyecek kavaklar gibi çaresiz bırakılacağımız gün, işte o gün dağlıyor gözlerimi buluttan devler. Mahşer meydanının iniltileriyle ve çaresizliğiyle kaplanacağımız gün ve amel defterlerinin dağıtılacağı an kimse için geç olmasın Allah’ım… 


      Bu mel'un dünyada öyle bir buhrandayız ki; hasret işlemeli yazgıları atıyor genç kızlar, bir bir gönül ocağıma. Her bir mendil geçen zamanı temsil ediyor mazide, yolculuğumun tozlarına karışıyor bedenim ve kırışıyor. Sanırım buna yorgunluk diyorlar bu heva ömürde. ''Çok çalışacağız, çok yorulacağız, inşaallah ahirette hep beraber dinleneceğiz'' sözü ferahlatıyor kalbimi uzunca bir süre. Her yol ayrımında savaşıyorum nefsimle, iyi ve kötü seçiminde... Genelde o galip geliyor, galibiyet sırasının bana geleceğini ve ilelebet kalacağını seziyorum himmetiyle...

 

     Himmetiyle demişken; Aşıkların Sultanına dizeler yazmaktan geçiyor sıratımız, biz kiiiim Kutbûl Aktab'a şiir yazmak kim diyor şair, O da biliyor yazılanın aynı zamanda yazdıran olduğunu. Şecerede geçiyor mübarek vasfı ''Kesir'il muhabbetil lissadıkîn'' işte insanın doğumu bu söz ile başlıyor baba Adem(a.s.) beri ve celladın bilenmiş baltası ayırıyor bizi bu sürgünden, kimileri iyi atlara binip gidiyor bu diyardan ebedi istirahatgahına, kimileri... Hafazanallah... Söz uzar, okur sıkılır, dünya melundur, nefs ahmak, vesselam...

 


Ebabil Beklerken

Masum çocukların hastanede melek olduğu bir gecenin sabahında edebi birşeyler yazmak kuru lakırdıdan başka birşey olmayacak.

     "Dünya hassas kalpler için cehennem yeridir" sözünü iliklerime kadar hissettiğim zamanlardan bir tanesi. Çünkü henüz yolun yarısı bitmiş diyen şairin yaşlarındayken bile sayfalar dolusu hüzün ve acı doldurduk ömür defterine. "Herşey ben yaşarken oldu" diyor ya başka bi şair evet hepsi de biz yaşarken oldu. 

        Savaşmanın bile bir ahlakı olduğunu öğreten Sevgili Rehberimizin (sav) ümmetinin masumlarına reva görülen bu zulüm karşısında, ebabil bekleyen Mesih bekleyen bizler yani ümmetin konfor alanından çıkmak istemeyenleri, yani sosyal medyada birkaç gönderi ile savaşı kınayanlar, yani sohbet ortamında mücahitlik naraları atanlar, yani bizim iç meselemiz değil diyenler, yanıbaşındaki vahşete tek kelime edemeyen siyasiler, yani bize dokunmayan yılanı bin yıl yaşatanlar yani bizler yani hepimiz.. şimdi göğüs kafesimizde olanca ağırlığıyla gazze, kulağımızda olanca sesiyle feryatlar, dimağımızda olanca ağırlıyla Filistin. 

Özgür Filistin ...

Tutsak Filistin...

Özgürleşemeyen Filistin...

Belki de en çok biz tutsak ettik onu umursamaz tavırlarımızla, en çok biz görmezden geldik en çok biz kulaklarımızı tıkadık. Küçük bir parmak hareketi ile videoları atladık bakamadık, kumandanın kapat tuşu da çok isimize yaradı bu aralar tabi çünkü çok hassas kalplerimiz dayanmazdı. Ben çok üzülüyorum böyle şeylere dedik. Üzüldük geçtik. Geçtik ancak hiçbirşey geçmedi

         Gazze semalarından bombalardan çok bizim miskinliğimiz yağdı, bizim yok saymalarımız belki de daha çok yaraladı ancak biz teröristler yaptı dedik. Bizim umursamazlığımız kilit vurdu kapılara biz düşman yolları kapadı dedik. Bizden ümidi kesmemişlerdi henüz elektrikleri kesilmeden önce. 

          Silkelenip toparlanacaz elbet bir süre gülmeyecez , çocuğumuza doğum gününde mum üflettirmeyecez oradaki yavrularımız aklımıza gelecek düğün eğlence vs ortamlarına da girmekten imtina edeceğiz, birkaç gece uyumakta zorlanacağız ta ki ölenin öldüğüyle kalacağı Filistin'in haber servislerinde ana gündem başlığı olmayacağına dek. Sonra daha çok iyi olacağız hassas kalplerimizin dayanmadığı görüntüler önümüze düşmeyecek.

         "İnsan nisyan ile maluldur" demişti Muallim Naci, bu unutkanlığımız düşmanımızın en büyük silahı oldu. Bizdeki bu atalet onların cesaret kaynağı oldu. 

     Artık hepimizin kendi payına çıkaracağı dersler var. Bunlardan tam not ile geçmek boynumuzun borcu, şehitlerimizin vasiyetidir. Beklediğin ebabillerden biri de sensin sakın unutma!


TÜL







TÜL

 

Ört üzerini gece girift, sırlı saçların

Kim anlayacak beni senden başka ah be tül

Aşkımız dervişidir en tenha yamaçların

Bizi gizlemiyorsan sen söyle kim kahpe tül

 

Haramimi gözlerin kesiyorlar yolumu

Gitmeliyim diyorum, acelem var bırakın

Şahitsiz suçları hep bana yıktınız madem

Ey hüznümün kaynağı gözler ruhuma akın

 

Terk ettiğim makama çıkmak ister şahika

Değere bindi şimdi bütün vazgeçilmişler

Senden gayri fikrimi bir tebessümle yıka

Gönlüme sen, göklere yıldızlar seçilmişler

 

Meçhulle aramızda işte yalnız sen varsın

Ben ağlıyorum bari sen sevinde gül be tül

Buz gibi ellerinle neden böyle yakarsın

Artık yanaklarımdan yerlere dökül be tül

 

Bilmiyor musun senin ardında bir dağım ben

Kâh çiçek toplarsın kâh dinlenirsin gölgemle

Bir gün serin bağrıma belki gömüleceksin

Tüm kırlar kuruyacak görülmemiş öfkemle

 

Sevdamız unutturur meşhur hikâyeleri

Efsaneler dolaşır muhabbet demlerinde

Zilzurna âşıkların tükendi gayeleri

Değişir istikamet yorgun kademlerinde

 

 

Ülkemi işgal edip hüküm süren hükümsüz..

Katillere, bembeyaz aydınlık bir darbe tül

Gel telaşlanma sakın, beni merhametle süz

Sadrım sana yetecek, evim zaten dar be tül

 

Lal olur dilim susar, beni kucaklayınca

Rahmet çağıran sessiz bir fırtına koparım

En şiddetli düşmanı kalbim bir aklayınca

Nurunu görmek için gözlerimi kaparım

 

Şimdi kim hesabını verecek göz yaşları..

Yorganından süzülen yetim çocuğunun kim

Hüküm beklemeden mi keser cellât başları

Belli ki bu davada ne kanun var ne hâkim

 

Peygamber koklamış bir gül edasıyla yürü

İster dikenlerinle beni sıkıp sar be tül

Menzile uçan kuşlar göreceksin bir sürü

Ya takip et onları ya da beni sor be tül

 

Çekip kirpiklerini mezar olmuş bağrıma

Hiç tereddüt etmeden bir yıldırım gibi çak

Ürkek bir eyvah yakar ciğerlerimi şimdi

Sana vurulduğumdan beri uykular kaçak

 

Satmak için canana can yükü taşır şair

Bil ki onun serveti ıstırap, çile, gamdır

Konuşsa da bilmiyor hiçbir şey aşka dair

Aldanma gözyaşına manasız bir evhamdır

 

Gelmeni bekliyorken ömür bitmiş meğerse

Söyle sevgin kadar mı biçiyorsun kalbe tül

Bu kez ruhuma, boğmak için yağmur değerse

İçimde ufka doğru yüzen gemi kal be tül

 

 

ADSIZ


BİR ÇEMBERDİR AŞK

 



BİR ÇEMBERDİR AŞK

 

       ’Bir çemberdir aşk’’ derler ya, hakikatinde gerçekten öyledir. Onun çemberine girdi mi bir insan, daha çıkması yüzde birdir. Ama her şeyin bir gayesi olduğu gibi onun da bir gayesi vardır. O gayede ‘’İlahi aşk’’tır.

      Tabii ki normal yaşam standartları içerisinde hayat süren bir kimseden hemen bu makama ulaşması beklenemez. İnsan kademe kademe bu makama ulaşır. Bunun ilk kademesi de ‘’sevmektir’’. Ne olursa olsun bir insanı veya bir eşyayı sevebilen kimse bu yolda ilk adımını atmış demektir. Bu sevgisi daha sonrasında muhabbete dönüşür. Ama bir kimsenin sevdiğine muhabbet duyabilmesi; ‘’karşılıksız sevgi’’den geçer. Önümüzde duran ne olursa olsun karşılıksız sevebilirsek, yani ‘’yaratılanı yaratandan ötürü sevebilirsek’’ yavaş yavaş menzile adım atmış oluyoruz demektir. Mesela; bir hanımefendiden hoşlanmış ve sonrasında bu hissiyatı sevme mertebesine taşıyanlar bizleri daha iyi anlayacaktır. Ondan gelecek her türlü kusur ve yanlışa gözü kapalıdır ve bu şekilde sevmeye devam eder. Çünkü; ona öylesine bağlanmıştır ki; onun cinsinden gördüğü her şeyde onun sureti belirir aklında. Her duyduğu besteyi ve sözü ona armağan etmek ister. Çünkü; ne aklı, ne de gözü ondan başkasına şevk duymaz. İşte bu Yaratanın bizlere bir tecellisidir. Kendisi önce yarattıklarına, daha sonrasında kendisine karşı muhabbet ve aşk duymamızı sağlar. Dünyada mahlûka duyulan sevgilerin hepsi O’nu sevmek ve âşık olabilmek içindir. Çünkü; bir yaşam gayesidir O’nu sevebilmek.

     İşte bunlar doğrultusunda;  insanın mecazi aşk sınavını geçip, ilahi aşka doğru yelken açtığı gün, onun bu dünya hayatındaki en anlamlı günüdür. Çünkü; yaşama gayesinin ne olduğunu bilir ve artık onunla yaşar. Anlatılmak istenenden mecazi aşkın bitimi anlaşılmasın o’da kolay kolay bitmek bilmeyen bir şeydir. Anlatmak istediğimiz şey; bu sınavın bizleri ulaştıracağı menzildir. Ve bundan sonra insan anlar ki; bu hayatta ki en anlamlı günü, doğduğu gün değil; yaşama gayesini anladığı gündür. Çünkü; bu his insanı adeta küllerinden doğurur.

 

Öncelikle önümüze sunulan mecazi aşk sınavını geçip, daha sonrasında ilahi aşka yelken açmak ümidiyle;

Vesselam…

 

By Talip

HATIRLA


 HATIRLA

 

 

Hatırla, Altay dağı karlıydı ve yüksekti

Kirpiğini bağrıma hınçla çakışlarında

Bakışların cesurdu ancak kalbin ürkekti

Ulu destanlar vardı beni yıkışlarında

 

Hatırla temiz berrak rengini kâinatın

Özüne varıyorduk en yüce fütuhatın

Biz kalmıştık hülyalı serin akışlarında...

Kurtulmuştuk elinden bütün mükevvenatın

 

Hatırla, çok hatıra biriktirdik seninle

Bozkırda kardelenler yetiştirdik seninle

Dumanlı yaylaların zemheri kışlarında

Günleri aşk oduyla geçiştirdik seninle

 

Hatırla ince ince dökülen yıldızları

Yaklaştıkça çehrene, yükselen nabızları

Çağlar boyu gezdim ben uçsuz bakışlarında

Kayboldum kovalarken bütün imkânsızları

 

Hatırla bizi sarsan girdaplı geceleri

Ruhumuza dokunan mehtaplı geceleri

Sevdanın gönlüme en narin nakışlarında

Örüyordum yeniden sen kaplı geceleri

 

Hatırla sevgili, tam bitiyorken acımız

Yaprak döktü baharda, sonsuzluk ağacımız

Amansız bir kor oldum beni yakışlarında

Dorukta hicran ile bölündü miracımız



ADSIZ


İNSANIN DEĞERİ DERDİ KADARDIR

 



İNSANIN DEĞERİ DERDİ KADARDIR


      Bu hayata insan, eşref-i mahlukat olarak gelmiştir. Tabi bu zamanda kendisini nasıl görür ve dışarıdan nasıl görünür bu malum olsa da, bu vasıftaki insanoğluna da aynı zamanda akıl nimeti sayesinde idrak, öğrenebilme ve öğretebilme yeteneği de bahşedilmiştir. Ancak şu var ki; dış etkenlerin kendimize, kendimizi aşağılatma aşısını bizlere yüklediğinden, daha doğrusu kendimizi başkalarından küçük görme aşısından dolayı her zaman etrafımızdakilerin yükselişini izliyor ve bize bahşedilen insanlık gayesinden mahrum kalıyoruz. 

 

        Nedir bu insanlık gayesi? Elbette rıza-i ilahi’yi gözeterek yaşamaktır. İşlerimizde rıza-i ilahi gözetildiği müddetçe doğruya ulaşırız. Rıza-i İlahi gözetildiği üzere dert sahibi oluruz ve bu bizim çabamıza çaba katar. Sabahına derdi için kalkan ile dertsiz, başıboş kalkan arasında büyük bir fark vardır.

 

        İnsan derdi olduğu kadar çaba gösterir. Bir dert yoksa, gösterilen çabanın da bir anlamı yoktur. Zaten dert de insanı gayret sahibi yapar. O zaman ne için var olduğumuzu anlar yani bi nevi yokluktan varlığa doğru adım atarız. Ve her yeni bir şey öğrendiğimizde derdimiz daha çok artar. Çünkü; Dert yolunda öğrenilen ilim, insanı alim yapar. Bu zamana kadar dertsiz bir şey öğrenmeye kalkanlar, işin sonunda kalktıkları yere veya en gerisi geriye dönmüşlerdir çünkü onlarda bu gayret bir yere kadar sürmüştür. Aynı zamanda dertle kalkan kimselerin, daha da yükseldikleri tarihte çokça rastlanmıştır. Mesela bunun en büyük örneği; İslam Aleminin, taa Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’den bu yana halâ ayakta kalması ve karşısında olan millet ve toplulukların her daim bir sonunun gelmesidir. 

 

    Bu zamana kadar Allah Teala rızasının içinde olduğu bir çaba ve gayreti Mevla boşa çevirmemiş ve biiznillah çevirmeyecektir. Evet, tarihte önceden de görüldüğü üzere ümmet gene büyük bir kriz içindedir. Ancak, kriz içinde olanlar olduğu gibi bu krizi Allah rızası için def etme çabasında olanlarda vardır. Bu iki güruh her zaman var olmuştur. Ama krizi def etme çabasında olanlar Allah rızası üzere kalkındıkları gibi, olmayanlar da her zaman ya mağlup olmaya veya hidayete dûçar olmuşlardır.

 

         Bu bağlamda ne yaparsak yapalım; yaptığımız işlerde Cenab-ı Allah’ın rızası olduğu müddetçe kazanma ümidi içerisinde olarak gayret etmek, ve ümitsizlik içinde olanların sözlerine aldırış etmemek gerektir. Bu hayatta ulaşacağımız şeyler niyetlere bağlıdır. Niyetler hayırsa akıbette hayr olacaktır.

Vesselam…

By Talip


MANOLYA II

 

MANOLYA II


      Dinlenmek için bir gün kalbime yaklaşırsa 

      Nabzımı duyar, yüzüm kızarır utanırm

      Ya sevdiğimi anlar benden uzaklaşırsa 

      Arkasına bakmadan gider, onu tanırım 

 

          Sana diyeceğim var, hemen gitme Manolya

          Bilirim vaktimiz dar, gecikmişim ne yazık

          Dinle beni ne olur, olmaz deme Manolya

          Bunu da hatırıma say, kaşların neden çatık

 

          Ah kaşların Manolya, memleket gibi vakar

          O kaşlar ki sevdamın en belirgin hattıdır 

          Ve saçların Manolya, memleket gibi kokar

          Böylesi gurbet, ancak divanenin bahtıdır 

 

          Sakladığım bu sırrı yutkundum gecelerde

          Gündüzlerin telaşı hislerimi bastırdı

          Belki anlatmaya çalıştım bilmecelerde

          Halbuki yazacağım sana birkaç satırdı

 

         Gözlerine kapılıp raks ederim girdapla

         Ya beni boğar, ya da can suyudur gözlerin

         Gözlerin anılıyor sürekli inkılapla

         Hem serin bir firuze, hem koyudur gözlerin

 

         Bana dudaklarında bir kez ölmeyi bahşet

         Bu bir itiraf değil, veda etmektir sana

         Bir şey beklemiyorum ne vicdan, ne merhamet

         Bu bir itiraf değil veda etmektir sana

 

         Bir şey söyle ne olur, çiçekten kuştan bahset

         Çabucak bitmesin bu büyüleyici hülya

         Bana dudaklarında bir kez ölmeyi bahşet

         Senin söyleyeceğin bir şey yok mu Manolya?

 

         Susuyorum, susuyor... tamam, tamam Manolya

         Bunu isteme benden unutamam Manolya


ADSIZ

GÜN AĞARINCA TEVAZUSU KAYBOLUR GÜZELİN




      Eve hiç şarkıyla giren adamlar olmadık çok şükür, ne şiirlere konu ettik güzelliğini, ne de yazılara... Gün, en saklı kalmayacak biçimde ağardığında evliyaydık hepimiz, gece teheccüd vakitlerinde battık günahlara her daim, sabahı kan, öğlesi kan, akşamı kan dolu bir boğaz ile dolaştık asırlardır. Uyku bazen en büyük günahıdır insanın, nefs bazen en büyük düşmanıdır, onu dizginleyene dek. Sahi nasıl dizginlenir nefs, kim öğretir onu yola getirmeyi? 

      Gece her zerrenin üzerini eşit biçimde örter meydana geldiğinde; ya dertliler? Dertliler biraz daha nasiplidir geceden, gündüzden nasipleri olmadığı gibi. Dert nedir, derman ne? Sevgili kim, aşk nedir? Üstad nedir, Gavs ne? İrili ufaklı bir yığın soru gönül denen şuracığın üzerinde.

     ‘’Anam babam sana feda olsun Ya Rasulallah'' diye; efeler gibi naralar atası var meydanlarda o ciğersiz nefsin. Anana babana Allah afiyet versin, gel sabah namazına camiye gidelim, gel bir yetim başı okşayalım ama kimse bilmesin seni, gel Allah’ı tanıyalım,,. Çık şu kalıplaşmış içi boşalan laflardan, in derine, derine, derine ve derine doğru… 

      Derinlerde saklanır en ulvi hazineler, ben müslümanım diyen bir ferdin sadece beş vakit namazla yetindiğini görmek çıldırtmaya yetiriyor insanı. Kimin kulu, kimin ümmeti olduğumuzun farkına varmadan yaşamadık mı yıllardır? Biz ateşlere atıldığı vakit gül bahçesine dönen İbrahim peygamberin neslinden, ayı işaret parmağıyla ortadan ikiye bölen biricik Peygamberimizin ümmetiyiz. En önemlisi de hiçbir şeyden  zerre gafil olmayan ve asla olmayacak olan, bizi bizden daha iyi tanıyan, merhametlilerin en merhametlisi ve O'nu anlatmaya her zaman aciz kaldığım ve kalacağım biricik Rabbimizin kuluyuz. Kalk ve ayağa dikil!! Şimdi tevbe-i nasuhun tam zamanı...

      Salkımların kıyısından başlar ölümün esintisi, öyle bir yürek ki O; binlerce yüreği barındırır gölgesinde. İnsanı maymun eden uslanmaz o nefsidir an be an. Ne zaman hayata dair iki kelam etmeye yeltensem, suratıma tokadını aşk eder nakkaş. Yanağımın kırmızısı tokattan değil, utançtandır çoğu zaman. Böyle merhametli bir Rabb’e kulluk edemeyişimin utancından. Zoraki gülüşmeler tutar sokakların köşe başlarını, istenmediğim yerlerde durmak üç yaşında bir çocuğun bininci defa boğazıma çökmesiyle eşdeğer, zevksiz bir oyuna denk benim için.

      Gün ağarınca tevâzusu kaybolur güzelin ve başlar günah curcunası. Bir sevabın peşine üç günaha koştu mümin, bozulmadan hemen önce. Bağrımda taşıdığım çiçek değil, dal değil, göğsümün göğünde uçan kuş değil, arı değil, kavganın tam ortasında patlayan silah gibi, sıkılan bir kurşun gibi bu sevda… Sadece kuşlar değil köpeklerde bilsin sevdamızı çünkü 1400 yıllık çınar gövdesini terkisine bindirmiş aşk, canlar satılası o pazara sürüyor atını…

MANOLYA

 




 MANOLYA

Acı bir eyvah çınlatır geceyi

Ne kaldırımda sızan ayyaş duyar

Nede vecd halindeki derviş duyar

Acı bir eyvah anlatır geceyi

Istırap, ilah eli değmiş gibi

Detaylıca işlenmiş ve kusursuz

Ruhum çiçeğin elindeymiş gibi

Üflense uçacak… Öyle huzursuz

 

 

Doğmak için neyi bekliyor güneş

Titriyorlar güvercinler kuytuda

Hürriyet birazcık daha uykuda

Ve doğmak için emekliyor güneş

Şafak sökerken dökülür incisi

Öper manolyanın yanaklarından

Bana düştü sevdanın en kincisi

Kurtulamadım hiç parmaklarından

 

 

Meraklı bir çocuk gibi izlerim

Buluta gizlenir utanır mehtap

Sakınma benden, aydınlık isterim

Yüzüme vurulunca tanır mehtap

Öyle ki yakamozlar yalancıdır

İstemem, kandırılmak hep acıdır

Bir gün ıstırap telleri alıpta

Bitse bile… İzleri kalıcıdır

 

 ADSIZ