NE YAPIYORUZ?


 Hayatımızın monotonluğundan; çok sıkıldık, çok yorulduk, çok üzüldük, çok bekledik, çok düşündük, çok sitem ettik, çok sorguladık. Sonuç? Monotonluk her yerde; nereye gidersek gidelim, ne yaparsak yapalım, kiminle beraber olursak olalım en sonunda ona da alışıyoruz. Tamam, belki nispeten saydıklarımızdan bazıları sıradanlık hissettirmeyebilir. Ama şu hayatta ne varsa hepsi fani, yani mecaz. Mecaz olduğundan dolayı da bizi tam olarak tatmin etmesi imkânsız.

Peki, yaptıklarımızın sonucu bizi tatmin etmeyecek diye hiçbir şey yapmayacak mıyız? Hayır. Bu monotonluğu elimizden geldiğince asgari miktara indirmeye çalışacağız. Nerede olursak olalım, her zaman bizi mecazdan uzaklaştıracak bir meşgalemizin olması lazım. Meşgalelerimiz çoğaldıkça üzerimizde olan sıkıntı, üzüntü, bekleyiş, düşünce bunalımı, sitemler yavaşça azalacaktır. Tabi ki tamamen bitmeyecek, ama bizi biraz daha rahatlatacaktır.

Herkes kendine göre bir meşgale seçebilir. Mesela bunlar arasında; bir görüş hakkında veya mutlak olarak yazı yazmak, dünyadan ve tahrip edilmek istenen cennet ülkemizden haberdar olmak, ön yargılı düşünceden kurtulmak, öz eleştiride bulunmak, empati kurmak, başkalarını düşünmek, ciddiyet ve anlayış sahibi olmaya çalışmak ve en önemlisi yaşama amacını bulmaya çalışmak vb. olabilir.

Bu değişiklikleri uyguladığımız takdirde; öncelikle kendi zatımda ve toplum olarak hepimizde çarpıcı şekilde tesir edeceğini, dertlerimizi, sıkıntılarımızı, yorgunluklarımızı daha ciddi meselelere yönelteceğini ve daha anlamlı bir hayata kapı aralayacağını umuyorum.

Bilelim ki: insan alışmayadursun, herşey normalleşir.

Necip Fazıl üstadın bir şiiriyle bitiriyorum:

"Tohum çatlar da bilmem, kafa nasıl çatlamaz?

Yeni odur ki, solmaz, pörsümez, bayatlamaz."

Allah (c.c) hepimizi eskimeyen, alışılamayan O' nu aramaktan ayırmasın.

Amin.


BU MUDUR AŞK DENEN?


 Hangi aşık huzurunda gereksiz kelâm eder

Huzurunda dil lâl olur kelamsız selâm eder


Çeker gözlerim suyunu, bütün renklere küser

Göz kör olur siretinle görmeyi harâm eder


Suretlere baka baka ıstırap artar kalpte

Güzelliğin ârifini suretin avâm eder 


Aşkı anlamak nedir, nedir sevgi ve keder

Mecbur edip leyleya, bir bedene râm eder

 

Eksik olan herne varsa ateşlere soka soka

Yüzsüzce dilenmeyi bu bedene nâm eder


Yerlere baş koyarak sürünmek benim nâmım

Istıraba aşık edip, her rüzgarı sâm eder


Güneş benim hasmımdır, ısıtmaz hiç içimi

Yada zulumkâr leyla, günlerimi şâm eder


seyrederim alemde çehrenin çizgisini

Kalem kâğıt bilmeyen elleri ressâm eder 


Onca güvendiğim Akıl, ölür bir sabah vakti

Bilgi nedir, nedir irfan, arifleri hâm eder


Gücüm yok yürümeye bir âsâ gerek bana

Tebessümler atarak çileyi asâm eder


Koşuyorum yalınayak çırılçıplak bedenim

Yokluğu giydirerek hasreti endâm eder


Acı bana dedikçe hiç aldırış etmeden

Yüzünü gizleyerek eksiği tamâm eder


Buymuş ilacım benim, hasrete vasıl oldum

Perdeleri kaldırıp güneşi ikrâm eder


Konar bazen gözlere hakikatin perisi

Bazen de yapraklarda sessizce kıyâm eder


Bir ses işittiğim anda, sen sanar hep yüreğim

Yaşanan en gerçek ânı kâbuslu rüyâm eder


Cehaletin çınarı, yükselirken göğsümden

El deymemiş sırları, kalbime ilhâm eder


Bu mudur aşk denen, acısı bile zevk veren 

En masum sözlerimi, boynuma aksâm eder...


BENİ YAZ ÖYLESİNE


   Geceler gündüzlere teslim eder mesaisini yüreğimde çünkü islamda gece öncedir, kadın kıymetli. Uzaklardan yaklaşır yaklaşmakta olan ölüm ansızın ve sizi yapayalnız bırakır sevdikleriniz birden, tüm ışıklar söner gönül aynasında bir bir...

   Yıldızlarda olmasa gecenin kör karanlığında kalacağız bu çağda, kör karanlık diyorum çünkü kör karanlık bu çağ da, vakitte epey olmuştu aslında tam ümmetin haline ağlamalık zaman, tam ağlayamayışımıza ağlamalık belki de... Kalbime teşekkür ediyorum, kısa bir zaman sohbet imkânı için. Biraz gençlikten konuşuruz, biraz ümmetten ve biraz biraz dava... İçime sızıyor hüzün denen zehir, konuştukça artıyor işte artıyor... Konuştukça everestin eteğinde süzülen kartal heyecanı, konuştukça içimi sıkan bir timsah gözyaşı, konuştukça davaya olan yalancı samimiyetim biraz...

    Hiç böyle düşünmemiştim; zamanın aleyhimde tükendiği anlarda bile. Tenim kırışıyor, belim bükülüyor ve saçlarımın son kışı geliyor 50 yıllık baharının ardından. Genelde kışlar baharlardan daha kısa oluyor ömürde, yaklaşmakta olanı daha bir hissediyor insan yolun ortasına geldiğinde fakat ılık bir bahar esintisiyle mi yoksa şiddetli bir fırtana ile mı gideceğimizi kestiremiyorum. Kestiremiyorum dediğime bakmayın siz "Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle diriltilirsiniz" hadis-i şerifi gün gibi ortadadır da şu hayvan dediğim nefse kabul ettirmesi çetrefilli... İnkâr etmek kabul etmekten daha kolay geliyor hayvana, ben inanmam diyor; sanırsın ki inkâr  edenin mesuliyeti kalkıyor...

   Mesuliyetimiz kalkmıyor elbet güneş gibi ortada ama batmıyor. Böylesine güzel Rabb'be böylesine kötü kulluk yapışıma yanıyorum işte gecenin dört çeyreğinde, yanıyorum dediğime de bakmayın yalancının tekiyim ben, bir sağa bir sola dönüyorum, birkaç tur sonrası uyku narkozu... Allah gaflet uykularına yatırmasın, amin... 



KELİMEDEN İBARET!


 

Onlarca derdimiz, sıkıntımız var. Hayat gayelerimizin çoğu bu sıkıntıları çözmek için kurulmuş. Hedeflerimiz hep bunlardan kurtulmaya yönelik. Çalışıyor, çabalıyoruz kurtulmak için. Kimisi şahsî bu problemlerin, kimisi eş, dost, akraba... Peki pas geçtiğimiz büyük bir nokta yok mu? Dünyanın dört bir yanında zulüm gören müslümanlar... Dertlerimizi gidip anlatsak acı bir tebessüm atacak o hakiki dert sahipleri... Onların derdiyle dertlenmemiz, acılarıyla ağlamamız gerekmiyor mu? 


Sorsak hepimizin ortak derdi bu; İslam alemi. Hepimiz üzülüyoruz onlara, televizyonda, orda-burda gördükçe içimiz burkuluyor. Kısaca dert ediniyoruz değil mi? Değil! Değil işte. Kendimizi kandırmayalım. Biraz nefsimizi gözden geçirelim. Yahu dostum, dert şahsî derdimiz olunca biz bu derdin dermanını hayat gayesi edinmiyor muyuz? Hiç yoktan çabalamıyor muyuz? Dert dediğin de bu değil mi zaten. Ama iş haksız yere zulüm gören müslümanlara gelince ne bir iş, ne bir çaba. Tek bildiğimiz hayıflanmak, konuşmak... Aaa şu twit atan süper kahramanlarımızı unutmayalım. Bir de o var. Ülkece buyuz işte, amirinden memuruna buyuz; kelimeden ibaret.


Yahu ben öğrenciyim, memurum, market çalışanıyım vs. ne yapabilirim ki Kudüs'te zulüm gören o müslümanlar için? Suriye'de ağlayan o anneler için elimden ne gelir? Öyle lafı uzatmayacağım, Hz. Ali'den (r.a.) gelen rivayete göre Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) şöyle buyurdu: "Dua, müminin silahı, dinin direği, göklerin ve yerin nurudur." (Hakim, Müstedrek, I/492)

HÜZÜN İÇİMİZDE


   Zaman mefhumu birden değerini yitiriyor gözümde, güzel bile vaktinde güzel diyor bir iç ses ve kabaran bir boğmaca gibi dağlıyor kulaklarımı; Ben ise en sessiz halimle haykırıyorum vadesi dolan geceye "sabah böyle olmamalıydı!!" Nefs denen itin iti gibi tasmalı bir zincirle, çekerken beni malayâniden malayâniye çok besledik bu iti diye düşünüp duruyorum yıllardır... 

   "Bu ben değilim" diye başlıyorum söze, günahın her kucağından kalkışımda. Sen böyle olmamalıydın diyen bir yakarış tecavüzü çırpınıyor göğüs kafesimde. Sözü çabuk unuttuk kâlu belâdan bu yana, 31 yıl geçmiş dün gibi adeta. Kor alevi dudaklarımda söyleyemeden eriyen bir buz olsaydı yalan, şu kemiği olmayanı bir tutabilseydim yuvasında belki de bu kadar ölü eti yemezdik kardeşlerimizin. Aaah ben... aaah benlik...

   Şu benlik sevdasından vazgeçemedim yıllardır, bir niyet etmişim ki saklıyorum asırlardır, gerdanımın hizasından kollarım koparcasına geriyorum yayımı, benliğimi bir çırpıda fırlatasım geliyor arşa çünkü babamın suretini göremiyorum günlerdir, haramzâde gözlerime mil çeker gibi çekiyorum sürmeyi çünkü babamın suretini göremiyorum günleridir; Bu senin tercihindi diyor hayvan, çok besledik bunu çok...

   Yıllardır her saniye iki seçenek arasında kalıyorum, şu kalbi bağlayamadık daha... O da haklı tabi şamar oğlana döndü bir karanlık bir aydınlık, gel diyorsun gelmiyor artık, üzerinde değirmen bir dönüyor bir duruyor, tahriş oldu yıllardır...

   Bakışlarımın çaresizliğinden yakınıyor dünya, kuşanmışım günah paçavralarını üzerime ve dalmışım güller ormanına edepsizce, birkaç fidanı kurutmuş baltamızın parlaklığı. Suretimi göstermekten aynalarda bıkmış. Ben dahi doya doya bakamıyorum şimdilerde; O olsaydım şayet, O olabilseydim eğer o zaman aynalar sırdaşım olurdu şu kokuşmuş çağda bile...

   İnsan nisyandır arasındaki ilişkiden nisyanın 40'ta 40 ını almışım ben, hiç zekat bırakmamışım dünyaya. Düşümde O'nun dizlerinin dibinde bir ömür kurarken, yaşantımda delicesine kaçmışım O'ndan. Korku ile ümit arasında kalmışım senelerdir. Bir tövbeye bağlamışım umudumu...


TUTSAK


 Bir harfle ayrılıyor kara cinnet, ak cennet

" İyi ve fena budur!" İşte apaçık ve net!

Boğuluyor bir insan, benim eller ve gırtlak

Sadece bir dost lazım, bir dost, yalın ve çıplak

Beni anlasın. Beni... Ağlamasın, gülmesin,

Bana bulutları ve yağmurları söylesin.

Aynalar belki tahta; belki altın; belki tunç,

Ve yalancı aynalar, öz suretimden korkunç.

Sessizlik susturamaz düşüncenin sesini,

Hangi ayna koparmış zamanın kellesini?

Kelime, hiç kelime bir lazfı aksediyor,

Oysa içimde bilse ne mana raksediyor,

Bilip onu elde mi delirip çıldırmamak?

Beter! Öleceğim bile-bile yaşamak.

Aklı tutan kelepçe, var mı fikrin perdesi?

Bir fikir ki; tutuşmuş! Tâ cehennem ötesi.

Madenimin içinde yanıyor cayır cayır,

Ölümü durdurmaya hangi bilek dayanır?