HATIRLA


 HATIRLA

 

 

Hatırla, Altay dağı karlıydı ve yüksekti

Kirpiğini bağrıma hınçla çakışlarında

Bakışların cesurdu ancak kalbin ürkekti

Ulu destanlar vardı beni yıkışlarında

 

Hatırla temiz berrak rengini kâinatın

Özüne varıyorduk en yüce fütuhatın

Biz kalmıştık hülyalı serin akışlarında...

Kurtulmuştuk elinden bütün mükevvenatın

 

Hatırla, çok hatıra biriktirdik seninle

Bozkırda kardelenler yetiştirdik seninle

Dumanlı yaylaların zemheri kışlarında

Günleri aşk oduyla geçiştirdik seninle

 

Hatırla ince ince dökülen yıldızları

Yaklaştıkça çehrene, yükselen nabızları

Çağlar boyu gezdim ben uçsuz bakışlarında

Kayboldum kovalarken bütün imkânsızları

 

Hatırla bizi sarsan girdaplı geceleri

Ruhumuza dokunan mehtaplı geceleri

Sevdanın gönlüme en narin nakışlarında

Örüyordum yeniden sen kaplı geceleri

 

Hatırla sevgili, tam bitiyorken acımız

Yaprak döktü baharda, sonsuzluk ağacımız

Amansız bir kor oldum beni yakışlarında

Dorukta hicran ile bölündü miracımız



ADSIZ


İNSANIN DEĞERİ DERDİ KADARDIR

 



İNSANIN DEĞERİ DERDİ KADARDIR


      Bu hayata insan, eşref-i mahlukat olarak gelmiştir. Tabi bu zamanda kendisini nasıl görür ve dışarıdan nasıl görünür bu malum olsa da, bu vasıftaki insanoğluna da aynı zamanda akıl nimeti sayesinde idrak, öğrenebilme ve öğretebilme yeteneği de bahşedilmiştir. Ancak şu var ki; dış etkenlerin kendimize, kendimizi aşağılatma aşısını bizlere yüklediğinden, daha doğrusu kendimizi başkalarından küçük görme aşısından dolayı her zaman etrafımızdakilerin yükselişini izliyor ve bize bahşedilen insanlık gayesinden mahrum kalıyoruz. 

 

        Nedir bu insanlık gayesi? Elbette rıza-i ilahi’yi gözeterek yaşamaktır. İşlerimizde rıza-i ilahi gözetildiği müddetçe doğruya ulaşırız. Rıza-i İlahi gözetildiği üzere dert sahibi oluruz ve bu bizim çabamıza çaba katar. Sabahına derdi için kalkan ile dertsiz, başıboş kalkan arasında büyük bir fark vardır.

 

        İnsan derdi olduğu kadar çaba gösterir. Bir dert yoksa, gösterilen çabanın da bir anlamı yoktur. Zaten dert de insanı gayret sahibi yapar. O zaman ne için var olduğumuzu anlar yani bi nevi yokluktan varlığa doğru adım atarız. Ve her yeni bir şey öğrendiğimizde derdimiz daha çok artar. Çünkü; Dert yolunda öğrenilen ilim, insanı alim yapar. Bu zamana kadar dertsiz bir şey öğrenmeye kalkanlar, işin sonunda kalktıkları yere veya en gerisi geriye dönmüşlerdir çünkü onlarda bu gayret bir yere kadar sürmüştür. Aynı zamanda dertle kalkan kimselerin, daha da yükseldikleri tarihte çokça rastlanmıştır. Mesela bunun en büyük örneği; İslam Aleminin, taa Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’den bu yana halâ ayakta kalması ve karşısında olan millet ve toplulukların her daim bir sonunun gelmesidir. 

 

    Bu zamana kadar Allah Teala rızasının içinde olduğu bir çaba ve gayreti Mevla boşa çevirmemiş ve biiznillah çevirmeyecektir. Evet, tarihte önceden de görüldüğü üzere ümmet gene büyük bir kriz içindedir. Ancak, kriz içinde olanlar olduğu gibi bu krizi Allah rızası için def etme çabasında olanlarda vardır. Bu iki güruh her zaman var olmuştur. Ama krizi def etme çabasında olanlar Allah rızası üzere kalkındıkları gibi, olmayanlar da her zaman ya mağlup olmaya veya hidayete dûçar olmuşlardır.

 

         Bu bağlamda ne yaparsak yapalım; yaptığımız işlerde Cenab-ı Allah’ın rızası olduğu müddetçe kazanma ümidi içerisinde olarak gayret etmek, ve ümitsizlik içinde olanların sözlerine aldırış etmemek gerektir. Bu hayatta ulaşacağımız şeyler niyetlere bağlıdır. Niyetler hayırsa akıbette hayr olacaktır.

Vesselam…

By Talip


MANOLYA II

 

MANOLYA II


      Dinlenmek için bir gün kalbime yaklaşırsa 

      Nabzımı duyar, yüzüm kızarır utanırm

      Ya sevdiğimi anlar benden uzaklaşırsa 

      Arkasına bakmadan gider, onu tanırım 

 

          Sana diyeceğim var, hemen gitme Manolya

          Bilirim vaktimiz dar, gecikmişim ne yazık

          Dinle beni ne olur, olmaz deme Manolya

          Bunu da hatırıma say, kaşların neden çatık

 

          Ah kaşların Manolya, memleket gibi vakar

          O kaşlar ki sevdamın en belirgin hattıdır 

          Ve saçların Manolya, memleket gibi kokar

          Böylesi gurbet, ancak divanenin bahtıdır 

 

          Sakladığım bu sırrı yutkundum gecelerde

          Gündüzlerin telaşı hislerimi bastırdı

          Belki anlatmaya çalıştım bilmecelerde

          Halbuki yazacağım sana birkaç satırdı

 

         Gözlerine kapılıp raks ederim girdapla

         Ya beni boğar, ya da can suyudur gözlerin

         Gözlerin anılıyor sürekli inkılapla

         Hem serin bir firuze, hem koyudur gözlerin

 

         Bana dudaklarında bir kez ölmeyi bahşet

         Bu bir itiraf değil, veda etmektir sana

         Bir şey beklemiyorum ne vicdan, ne merhamet

         Bu bir itiraf değil veda etmektir sana

 

         Bir şey söyle ne olur, çiçekten kuştan bahset

         Çabucak bitmesin bu büyüleyici hülya

         Bana dudaklarında bir kez ölmeyi bahşet

         Senin söyleyeceğin bir şey yok mu Manolya?

 

         Susuyorum, susuyor... tamam, tamam Manolya

         Bunu isteme benden unutamam Manolya


ADSIZ

GÜN AĞARINCA TEVAZUSU KAYBOLUR GÜZELİN




      Eve hiç şarkıyla giren adamlar olmadık çok şükür, ne şiirlere konu ettik güzelliğini, ne de yazılara... Gün, en saklı kalmayacak biçimde ağardığında evliyaydık hepimiz, gece teheccüd vakitlerinde battık günahlara her daim, sabahı kan, öğlesi kan, akşamı kan dolu bir boğaz ile dolaştık asırlardır. Uyku bazen en büyük günahıdır insanın, nefs bazen en büyük düşmanıdır, onu dizginleyene dek. Sahi nasıl dizginlenir nefs, kim öğretir onu yola getirmeyi? 

      Gece her zerrenin üzerini eşit biçimde örter meydana geldiğinde; ya dertliler? Dertliler biraz daha nasiplidir geceden, gündüzden nasipleri olmadığı gibi. Dert nedir, derman ne? Sevgili kim, aşk nedir? Üstad nedir, Gavs ne? İrili ufaklı bir yığın soru gönül denen şuracığın üzerinde.

     ‘’Anam babam sana feda olsun Ya Rasulallah'' diye; efeler gibi naralar atası var meydanlarda o ciğersiz nefsin. Anana babana Allah afiyet versin, gel sabah namazına camiye gidelim, gel bir yetim başı okşayalım ama kimse bilmesin seni, gel Allah’ı tanıyalım,,. Çık şu kalıplaşmış içi boşalan laflardan, in derine, derine, derine ve derine doğru… 

      Derinlerde saklanır en ulvi hazineler, ben müslümanım diyen bir ferdin sadece beş vakit namazla yetindiğini görmek çıldırtmaya yetiriyor insanı. Kimin kulu, kimin ümmeti olduğumuzun farkına varmadan yaşamadık mı yıllardır? Biz ateşlere atıldığı vakit gül bahçesine dönen İbrahim peygamberin neslinden, ayı işaret parmağıyla ortadan ikiye bölen biricik Peygamberimizin ümmetiyiz. En önemlisi de hiçbir şeyden  zerre gafil olmayan ve asla olmayacak olan, bizi bizden daha iyi tanıyan, merhametlilerin en merhametlisi ve O'nu anlatmaya her zaman aciz kaldığım ve kalacağım biricik Rabbimizin kuluyuz. Kalk ve ayağa dikil!! Şimdi tevbe-i nasuhun tam zamanı...

      Salkımların kıyısından başlar ölümün esintisi, öyle bir yürek ki O; binlerce yüreği barındırır gölgesinde. İnsanı maymun eden uslanmaz o nefsidir an be an. Ne zaman hayata dair iki kelam etmeye yeltensem, suratıma tokadını aşk eder nakkaş. Yanağımın kırmızısı tokattan değil, utançtandır çoğu zaman. Böyle merhametli bir Rabb’e kulluk edemeyişimin utancından. Zoraki gülüşmeler tutar sokakların köşe başlarını, istenmediğim yerlerde durmak üç yaşında bir çocuğun bininci defa boğazıma çökmesiyle eşdeğer, zevksiz bir oyuna denk benim için.

      Gün ağarınca tevâzusu kaybolur güzelin ve başlar günah curcunası. Bir sevabın peşine üç günaha koştu mümin, bozulmadan hemen önce. Bağrımda taşıdığım çiçek değil, dal değil, göğsümün göğünde uçan kuş değil, arı değil, kavganın tam ortasında patlayan silah gibi, sıkılan bir kurşun gibi bu sevda… Sadece kuşlar değil köpeklerde bilsin sevdamızı çünkü 1400 yıllık çınar gövdesini terkisine bindirmiş aşk, canlar satılası o pazara sürüyor atını…

MANOLYA

 




 MANOLYA

Acı bir eyvah çınlatır geceyi

Ne kaldırımda sızan ayyaş duyar

Nede vecd halindeki derviş duyar

Acı bir eyvah anlatır geceyi

Istırap, ilah eli değmiş gibi

Detaylıca işlenmiş ve kusursuz

Ruhum çiçeğin elindeymiş gibi

Üflense uçacak… Öyle huzursuz

 

 

Doğmak için neyi bekliyor güneş

Titriyorlar güvercinler kuytuda

Hürriyet birazcık daha uykuda

Ve doğmak için emekliyor güneş

Şafak sökerken dökülür incisi

Öper manolyanın yanaklarından

Bana düştü sevdanın en kincisi

Kurtulamadım hiç parmaklarından

 

 

Meraklı bir çocuk gibi izlerim

Buluta gizlenir utanır mehtap

Sakınma benden, aydınlık isterim

Yüzüme vurulunca tanır mehtap

Öyle ki yakamozlar yalancıdır

İstemem, kandırılmak hep acıdır

Bir gün ıstırap telleri alıpta

Bitse bile… İzleri kalıcıdır

 

 ADSIZ

SÖZ UZAR

 



   Onların alkışları seni kandırmasın bacım, ışıltılı hayatları, mutlu kahkahaları. Alkoliklerin masalarında meze olmasın sesin, göz değmesin yıllarca koruduğun bedenine, onların alkışları seni kandırmasın. Onların alkışları seni yanıltmasın bacım, yolumuz birdir ve Bir olanadır ancak, belden aşağı esprileri gitmesin hoşuna, bedeninde kalp değil gönül taşıdığını bil, edep senin diğer adındır bilirim, onların alkışları yanıltmasın seni…

  Böyle bir nara gelir yüreğime, ne kulak kalır ne bedesten içimde, her şey darmadağın, yüzyıl süren bir depremde yüz yıldır uyumuşta şimdi uyanmış gibi hissediyorum kendimi asırlardır…

   Avm diye bir tabir var pazara inat ve benim tabirimle avm çiçeği bazı insanlar… Neden kainata kök salmak varken avm de bir saksıya bağımlı kalır ki insanlar. Bir saksıya bağımlı olmak ve bir başkasının seni satın alacağı günü beklemek… Oysa ki kökü çınar, gövdesi çınar, dalları çınar olup göğe yaklaşmak varken neden kuru bir toprağa ihtiyaç duyarız?

   Evet avm den kasıt dünyadır, pazardan kasıt ukba…

   Onların peygamber de normal insandı diyerek kasıtlı, planlı sözleri gelmesin kulağına. Muhammedun beşerun lâ kel-beşer, bel hüve kel-yâkûtu beyne'l-hacer

   Pazartesi bereketi iniyor üzerimize ansızın, O (s.a.v.) doğduğundan olacak elbet. Pazartesileri hep farklıdır yüreğimde. Şimdi ben pazartesilere hürmet ediyorum diye kalıpçı mı oluyorum, şekilci mi? Yoksa ''sen olmasaydın kainatı yaratmazdım'' hitabına mahzar olana hürmetkâr mı? Kölesi, köpeği olunası o peygambere kölesi, köpeği, ayağının altındaki toz tanesi olma duasıyla...

   İşte sen pazartesileri hoş görmezsen, o günü hep hor görenler hazırda bekliyor olacak. Onlar hin planlarını yapacaklar beyinlerinin ücra köşelerinin lağım çukurlarında, sonra bir açacaklar kokuşmuş ağızlarını, gelip fısıldayıp kulağına diyecekler ki pazartesi sendromu... Hadi oradan hayvan. Pazartesiler berekettir bizde, yepyeni başlangıçlardır, Rebiüevvel'in 12 sinden beri.

   Şekilciliğe de karşı değilim, içi boş şekilciliğe karşıyım. Tesettür diye modayı ittirenlere, sakal moda olunca sünnettir diye bırakanlara, namazı beş vakit kılıp halini düzeltmeyenlere, hoşgörü namına atasına sövenlere bile güler yüz gösterene, özgürce islam bunu emrediyor kardeşim konu kapanmıştır diyemeyenlere karşıyım. Sen dinini bilmeyince, din diye bir şeyi önüne koyarlar da dindarım diye dolaşırsın. Yoksa manâ usûldedir, usûlsüz vusül olmaz.

      Bugünlerde ömrü hayatı boyunca bir hristiyan turistten daha az camiye gidenler, bugün senin camiye nasıl ve neden gitmen gerektiğini anlatıyorlarsa o ülkemin en ayyaşı bile der ki  ulan sen kimsin din hakkında konuşabiliyorsun… Fakat şer cephesi uyumaz bugün öyle bir sistem kurulu ki üzerimizde en dindarımız bile acaba mı ki diye ikilemde çünkü camiden hiç çıkmayan adamlar konuşuyor, zahirde evliya batında eşkiya tipler... 

    Söz uzar, ömür kısalır, sen ise fırıldaksın ey nefsim!! Vesselam...